......

SPOR HABERLERİ

PİYASALAR

altın fiyatları

Online Ziyaretçi

Günlük: 83
Haftalık: 849
Aylık: 4975
Toplam: 384058

İNSAN !?

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 8 ay önce / 29.04.2022 09:12:37 | Görüntüleme : 2427
İnsan kimdir; neden bazen bir melek, bazen de bir şeytan gibi davranmaktadır?

İnsan, toplumsal bir varlık olarak hayatının her safhasında diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Bu da ancak birbirlerine zarar vermeden yaşamakla ve toplumsal kurallara uyarak sağlanabilir. İnsanları diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik, akıl ve irade ile davranabilmesi; düşünerek ve fikirlerini ifade ederek meramını anlatabilmesi; iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırabilecek yeteneklere sahip bulunmasıdır. Böyle olunca, insanın; akıllı, makul, mantıklı, tutarlı şekilde davranması; hem kişi olarak kendisinin, hem de içinde bulunduğu toplumun mutlu ve huzurlu hale gelmesine yarayacak şekilde davranması beklenir. Ne yazık ki her zaman böyle olmamakta, bazı insanların tutum ve davranışlarını anlamak mümkün olamamaktadır.

 

BİR AYET

“… Kim ‘ihsan’ derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır.Artık onlara korku yoktur…”(Bakara, 2/112)

 

BİR HADİS

İhsân, Allah’a, sanki O’nu görüyormuş gibi kulluk etmendir.Çünkü her ne kadar sen Allah’ı görmesen de O seni görmektedir.”

 

İNSAN !?

            İnsan kimdir; neden bazen bir melek, bazen de bir şeytan gibi davranmaktadır?

İnsan, toplumsal bir varlık olarak hayatının her safhasında diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Bu da ancak birbirlerine zarar vermeden yaşamakla ve toplumsal kurallara uyarak sağlanabilir. İnsanları diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik, akıl ve irade ile davranabilmesi; düşünerek ve fikirlerini ifade ederek meramını anlatabilmesi; iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan ayırabilecek yeteneklere sahip bulunmasıdır. Böyle olunca, insanın; akıllı, makul, mantıklı, tutarlı şekilde davranması; hem kişi olarak kendisinin, hem de içinde bulunduğu toplumun mutlu ve huzurlu hale gelmesine yarayacak şekilde davranması beklenir. Ne yazık ki her zaman böyle olmamakta, bazı insanların tutum ve davranışlarını anlamak mümkün olamamaktadır.

İnsanoğlunun nasıl bir varlık olduğunu çözmek gerçekten son derecede zordur! Bakarsın melek gibidir; bakarsın şeytandan da adî bir yaratık olur çıkar. Yırtıcı bir hayvan ancak aç kalınca başka bir hayvanı parçalar, öldürür ve ihtiyacını giderir; ihtiyacını giderdikten sonra da başkalarına zarar vermez. Oysa bazı insanlar hiç de açlığını giderip hayatını kurtarmak gibi hayatî bir ihtiyacını karşılamak zorunda olmadığı halde başka insanları, hatta karısını-öz evladını incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle öldürebiliyor. Bazısına da bakıyorsun, elindekini avucundakini yoksullara saçıp veriyor; onları koruyup kolluyor; Büyük Yunus Emre Hazretlerinin sözü ile “Yaratandan ötürü” yaratılana sevgi-saygı ve merhamet gösteriyor.

Bu durumu Hz.Mevlâna şöyle açıklıyor:

            “Biz insanlar öyle mahlûkatız ki, bazen melekler insan olarak yaratılmadıklarına üzülürler; bazen de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler! Hem meleklerden öteye, yukarıya yücelmek, hem de hayvanlardan dahi aşağıya düşmek insana mahsustur! Her iki durumda olmak ta yani düşmek de yücelmek de elimizdedir ve bizim seçimimize bağlıdır! Kime ve neye benzemek istiyoruz; meleklere mi, şeytana mı ? Varmak istediğimiz hedef nedir?”

            İnsanoğlunun bu yüksek değerini, evren kadar yüksek değerini en iyi anlayanlardan birisi de Hz. Ali’dir. Veliyullah, kendi kendisini hor gören insana şöyle hitap eder : “Ey insan! Sen kendinin küçük, değersiz bir maddi yapı olduğunu sanırsın. Halbuki sen küçük bir evrensin; büyük evren de sende dürülmüştür!”

            Büyük şair Şeyh GALİP, Hz. Ali’nin yukarıdaki sözünü şiir dili ile tercüme eder gibi, bakınız insanı nasıl anlatıyor:

 “Ey gönül neden böyle gam dolusun?

 Her ne kadar virane olsan da tılsımlı bir hazinesin sen!

 Meleklerin secde etmekle emrolunduğu değerli bir varlıksın sen!

 Bildiğin gibi değil her şeyden üstünsün sen!

 Ruhsun, Cebrailin nefesi ile eşsin, Hak’kın sırrısın, Meryemoğlu İsa gibisin sen!

 Zatına hoşca bak, çünkü evrenin özüsün, varlık ve oluşların göz bebeği insansın sen !”

           

Uzun söze gerek yok: Cenab-ı Allah da, Kur’an’ı Kerim’de insanoğlunu methederek yer yüzünde halifeler kıldığını, halifesi yaptığını, oraya hakim kıldığını buyurmuyor mu!?(Fâtır, 35/39; En’âm,6/165)

Şöyle bir soru akla gelebilir: Allah insanı en güzel şekilde yaratıp, yeryüzünde halifeler kılıp da, sonra da onu niçin aşağıların aşağısına indirmiştir; kardeşinin etini yiyecek, en yakınlarının kanını dökecek seviyeye düşürmüştür?

Sebebi açıktır: İnsanın içinde daima birbiriyle savaşan iki güç vardır: Nefis ve kalp, İyilik ve kötülük; aydınlık ve karanlık.

Aydınlığın, kalbin ve iyiliğin hâkim olduğu insana melekler imrenir. Şeytan da, nefsin, kötülüğün ve karanlığın hâkim olduğu insana bakar da insan olmadığına şükreder!”

Esasen “insan” la ilgili hükümler Kur’an’ı Kerim’de açıkça verilmiştir: Bazı ayetlerde insanın en güzel şekilde yaratılmış (Tîn, 95/4); İyiliği kötülükten ayırma gücü verilmiş (Şems,91/8) ; yeryüzünde halife kılınmış (Bakara,2/30);  ona izzet ve şeref kazandırılmış olduğunu ( İsrâ,17/70); ve fakat öte yandan insanın, zayıf olarak yaratılmış olduğunu(Nisâ, 4/28);bozgunculuk yapan ve kan döken bir varlık olduğunu(Bakara,2/30);apaçık bir düşman olduğunu (Nahl,16/4); çok nankör olduğunu (İsrâ, 7/67); çok cimri (İsrâ,17/100), pek aceleci (İsrâ,17/11), çok zalim ve cahil olduğunu (Ahzap,33/72)  hükme bağlamıştır. Kur’anın, insan için bu olumlu ve olumsuz hükümleri ne anlama geliyor.? Bu ikilemi nasıl açıklayabiliriz:

Hak Tealâ, insanoğlunu tek düze yaratmamıştır. Robot gibi bir tek insan türü yoktur.. Aklı aynı, fikri aynı, karakteri aynı, duyguları aynı, nefsi-vicdanı aynı tek bir insan modeli yoktur. Dünya’da kaç milyar insan varsa o kadar da ayrı veya birbirine benzer karakter, vicdan, nefis sahibi, değişik insanlar vardır. Allah Tealâ, her insana akıl-fikir- vicdan- nefis- duygu vermiş ve yaşam seçimini ona bırakmıştır. İşte bu seçim sırasındaki tutum ve davranışlarına göre, amellerine göre; doğru yolda veya dinen yasaklanmış yanlış yolda yürümelerine göre yücelere çıkarılmış insanla, aşağılara indirilmiş, düşürülmüş olanlar başkadır! Aşağılanmış, düşürülmüş olanlar, Cenab-ı Allah’ın verdiği aklı, fikri, iradeyi, vicdanı, iyi-has duyguları kullanarak iyiyi, güzeli, doğruyu, sırat-ı müstakîmi seçmeyenlerdir; imân edip salih ameller işlemeyenlerdir; Cenab-ı Allah’a ibadet etmeyen, O’na şükretmeyen, O’nu zikretmeyenlerdir; ihsan ve ihlâs içinde davranmayanlardır; seçimini kötü yolda yapanlar, nefsine ve kışkırtıcı şeytana uyanlardır. Nitekim bizzat Ayet-i Kerime bu istisnayı koymuştur: “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.!” (Tin,95/4-6).  Allah Tealâ, başka bir ayette de, yukarıda belirttiğimiz yaratılış niteliklerine göre, insanları farklı yarattığını; verdiği nimetler konusunda sınamak için bazı insanları diğer bazılarına karşı derece derece üstün kıldığını En’âm, 6/165); dilediği kimsenin derecesini yükselttiğini (En’âm, 6/83) buyurmakta ve “Herkesin amellerine göre dereceleri vardır.” (En’âm, 6/132)   hükmünü vermektedir.  İşte insanlar arasındaki derece farkları, en üstün dereceden en aşağı dereceye kadar yani meleklerin özeneceği tipten, şeytanın, bazı insanlara bakıp da insan olarak yaratılmadığı için şükredeceği tipe kadar farklı olabilmektedir.

Özet olarak söylemek gerekirse, insanoğlu her ne yaparsa kendisi, bizzat kendisine yapmaktadır. Gerek topluma karşı gerekse Allah Tealâ’ya karşı kendisini vezir de yapan, rezil de yapan yine kendisidir! 

Cenab-ı Allah, cümlemizi nefsimizi ıslâh etmeye, şeytanın vesveselerine karşı koyabilmeye; Allah Tealâ’yı zikretmeye, O’na daima şükretmeye ve en güzel şekilde ibadet etmeye muvaffak buyursun! Böylece, yaratılış fıtratımızda olduğu üzere, yaratıkların en şereflisi olarak kalabilmeyi nasip ve ihsan buyursun! Âmîn!

 

           

YALANCI ŞAHİTLİK .

            İslâm’da şahitliğe büyük önem verilmiştir. Gerektiğinde şahitliği yerine getirmek dinî bir görev ve farz, şahitlik yapmamak veya yalancı şahitlik yapmak ise büyük günahtır ( Mustafa Güney,Yalan Yere Şahitlik s.399)

Yalancı şahitlik; doğruyu söylememek, yalan-yanlış şeyler söylemek suretiyle adaletin doğru şekilde tecelli etmesinin engellenmesi; haklı olan tarafın haksız çıkarılması ve bu suretle kul hakkının geçmesine sebep olunmasıdır. Tanrı huzurunda bu büyük bir günahtır ve Cenab-ı Allah’ın, kendisinin affetmeyeceği, ancak helâlleşmek ve tövbe etmek suretiyle mağdur olan kişinin affedebileceği veya affedilmesine vesile olabileceği bir günahtır

İslâm dininde, yalan söylemeye, yalan yere yemin etmeye izin verilmemiştir. Şayet bilmeden böyle bir duruma düşmüş isek hatamızı anladığımız zaman hiç beklemeden günahlarımızı bağışlaması için Allah’a tövbe etmeli, üzerimizde kul hakkı var ise hak sahipleriyle dünyada iken helalleşmeliyiz.(Dr.Hamdi Tekeli, Yalan Yere Yeminden Sakınalım, Kur’ân’dan Öğütler 2, D.İ.B.Yayını, s. 402 )

Toplumun huzuru, insanlar arasında adaletli olmaya ve insan haklarına saygı duymaya bağlıdır. Dirliği, birliği ve bütünlüğü temsil eden “mülk”ün temeli, adalettir. Adaletin destek ve payandası ise doğru şahitliktir. Doğru şahitliğin olmadığı yerde adalet yanılır ve haklı haksız, haksız da haklı çıkar.

Bilerek yapılan yemin; hiçbir gereği yok iken, boş yere, gerçek olmayan sözlerine sahicilik ve doğruluk payı kazandırmak için ve böylece başkalarını aldatma aracı olarak kullanmak amacıyla bilerek ve isteyerek yapılmış olan yemindir. Allah Tealâ bunu hoş görmemekte, kınamakta ve cezasını

YALAN YERE BİLE BİLE YEMİN ETMEK.

Yemin; dinî bir kavram olarak, bir kimsenin, Allah’ın adını anarak sözünü kuvvetlendirmesi demektir. “ Vallahi, billahi, tallahi, Allah şahit, Allah hakkı için, Allah adına yemin ederim v.s.” gibi ifadeler bu tür sözlerdir. Yeminin üç türü vardır:

            -Yanlışlıkla, boş bulunarak, bir kasıt bulunmaksızın, günlük hayatta dil alışkanlığı sebebiyle söz sırasında “Vallahi” şeklinde söylenen sözlerle yapılan yeminler. Bunlar için herhangi bir kefaret gerekmez.

-Kişinin,  gelecekte bir şeyi yapacağına veya yapmayacağına dair ettiği yemin…Bu yeminin yerine getirilmesi, yemine uyulması gerekir. Yeminin bozulması halinde kefaret gerekir.

-Bile bile, yalan yere edilen yemin. Bu tür yemin büyük bir vebaldir; bu tür yeminler kefaretle temizlenemez.Tövbe ve istihfâr gerekir.

 

İNSANOĞLU

 

Hiçbir hayvan boş yere cana kıymaz,

Sen hariç ey canavar insanoğlu!

Acıkmadan buna ihtiyaç duymaz,

Sen hariç ey canavar insanoğlu!

 

Kâh çıldırır bora gibi esersin,

Ana-baba-kardeş demez kesersin!

Yetmiş iki sülâleni üzersin,

Şeytan tiksinir senden ademoğlu!

 

Bazen içinde bir melek gizlersin,

Peygamber yaşantısını izlersin,

Vicdanınla nefsini hep yüzlersin,

Melek özenir sana insanoğlu!

 

Bazen kin-gıybet-nefret senin işin!

Döver-söversin dayanamaz eşin!

Kimse sahip çıkmaz hor kalır leşin,

Şeytan tiksinir senden ademoğlu!

 

Bazen zikir-şükür-merhamet-şefkat,

Has amel-dua-tövbe-sabır-infak,

Sevgi-saygı-ol Muhammedî ahlâk,

Melek özenir sana insanoğlu!

 

İyi-kötü olmanın yoktur yaşı,

Kötülükte nefistir elebaşı!

Terbiyede sorumludur her kişi,

OYTAN’ım, bunda zayıftır ademoğlu!



Kadir Gecesinin Fazileti

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 8 ay önce / 27.04.2022 08:18:10 | Görüntüleme : 1398
Kadir Gecesinin Fazileti

Bu gecenin, Ramazan’ın hangi gününün hangi gecesi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Cenab-ı Allah, arayışta bırakmayı tercih etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Ben Kadir Gecesini arayarak ilk on günde itikâfa devam etmiştim. Sonra ortadaki on günde itikâfa devam ettim. Sonra bana Melek geldi ve Kadir Gecesi son on gündedir.” dedi; “Ve benimle beraber itikâfta bulunanlar dilerlerse son on günde de itikâf etsinler” buyurdu. O insanlar da Resûlullah ile beraber itikâf eylediler. Peygamber Efendimiz, “Bana Kadir Gecesinin tek gecede olduğu gösterildi.” buyurdu.Bu bilgiler ışığında Mübarek Kadir Gecesinin Ramazan Ayının 27.ci gecesi olduğu umulmaktadır.

 BİR AYET

 De ki:Şüphesiz Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Allah yolunda her ne  harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”(Sebe,34/39)

BİR HADİS

Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertaraf eder.!”(İmam Gazali,a.g.e.s.403)

 

 

Rivayete göre, Hz. Ömer (r.a.), Huzeyfe (r.a.) ve ashâb-ı kirâmdan bir çoğu, Kadir Gecesinin ayın yirmi yedinci gecesi olduğu hususunda hiç şüphe etmiyordu.(İbn Hibban, Tenzibût-Tezhib, s1/384)

Bu konuda bizzat Peygamberimizin de bir Hadisi vardır: İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre Resûl-ü Ekrem: “ Kim Kadir Gecesini araştırıyorsa, onu yirmi yedinci gecede arasın !” buyurmuştur.(Ahmed, Müsned, 1/240) 

Peygamber Efendimiz, Kadir Gecesinin, içinde Kadir Gecesi bulunmayan 1000 aydan daha hayırlı olduğunu buyurmuştur. Bu süre 84 seneye yakın bir süre etmektedir.Bu gecede 6 saatlik bir ibadet süresinde, saat başına 13 yıl düşmektedir.Bir saat ibadet etmekle 13 yıl ibadet etmiş gibi sevap kazanılabileceği umulabilecektir.

Mübarek Kadir Gecesinin ölçülemez faziletlerinin bir kaynağı da bu gecede ebedî bir mucize olan Kur’anı Kerim’in Peygamberimiz (s.a.s.) e indirilmeye başlanmasıdır.Bu gecede Kur’an’ın indirilmesinin sonucu: Cebrail (a.s.) ve melekler, Cenab-ı Allah’ın emriyle, her türlü iş ve işlemler için yeryüzüne indirilirler. Sayılarının bilinemeyecek kadar çok olduğu düşünülmektedir. Bu gece, insanoğlu, Cebrail (a.s.) ve meleklerle aynı mekanı yani yeryüzünü paylaşmaktadır.

 

Bu Gece Nasıl Değerlendirilmelidir?

Sevgili Peygamberimiz, “Kim Kadir Gecesini sevabına inanarak içtenlikle ihya ederse, geçmiş-gelecek günahları bağışlanır” buyurmuştur.O halde, bu gecede:

1- Allah rızası için ibadet edilmeli; namaz kılınmalı, Allah’a kulluk duygusu geliştirilmelidir. Özellikle yatmadan önce 2 rekat namaz kılınması ve abdestli olarak yatılması güzel olur. 2 veya 4 rekat teheccüt namazı kılınmalıdır.

2-Kur’anı Kerim okunmalı, okuyanlar dinlenmeli, anlamı üzerinde düşünülmeli, tefekkür edilmelidir.

3-Peygamberimiz (s.a.s.)’e salât ü selâm getirilmeli, O’nun şefaati ümit edilerek sadakat tazelenmelidir.

4-Vaaz ve nasihatlar dinlenmelidir.

5- Ehil din adamlarınca, gecenin önemine dair yapılacak sohbetlere iştirak edilmelidir.

6-Hulûsi kalp ile, ihlâs ile tövbe ve istiğfar yapılmalı; ciddi bir nefis muhasebesi ile yapılmış olan hatalardan dönmeye karar verip azmedilmelidir.

7- Allah Tealâ zikir edilmeli; tefekkür edilmelidir.

8- Hulûsi kalp ile çok dua edilmelidir. Peygamber Efendimizin bu Gece: “Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet!” şeklinde çokca dua ettiği kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Hz. Aişe de, Peygamber Efendimize, Kadir Gecesinde nasıl dua edeyim diye sormuş. Resul-ü Ekrem: “Allah’ım sen affedicisin, cömertsin, affetmeyi seversin beni de affet !diye dua et ” buyurmuştur.Mübarek Kadir Gecesi hürmetine, Rabbimizden, bizlerin, cümlemizin ve  bütün Müslümanların, günahlarımızı bağışlamasını; fazileti büyük bu Mübarek Gecenin, hayırlara vesile olmasını, kardeşlik, sevgi ve saygı bağlarının kuvvetlenmesini; İslâm Âleminin birliğine vesile olmasını ve bütün insanlığın belâ ve musibetlerden uzak olmasını niyaz etmeliyiz.

1-      Kadir Gecesinin gündüzünü de tıpkı gecesi gibi değerlendirmek büyük sevaptır.

ALLAH’I  ZİKİR VE TESBİH ETMEK :

Zikir, Allah’ı hatırlamak, O’nu güzel isimleri ile anmaktır.

Zikir, Allah ile kul arasında kuvvetli bir bağdır. İnsanın en huzurlu anı, Allah’a yönelip, baş başa kaldığı andır. Allah’a yönelmenin en güzel yollarından biri de zikirdir. Yüce Allah’a kulluk etmek, hayatın her alanında O’nu hatırlamak ve O’nun rızasına uygun davranmakla mümkün olabilir. Allah’ın kulu olduğu bilincinden yoksun olmak ve O’na karşı kulluk vazifelerini umursamamak, Kur’anı Kerim’in ifadesiyle, Allah’ı unutmaktır. Yine Kur’anı Kerim’in ifadesiyle, Allah’ı unutanların, O’nu anmaktan yüz çevirenlerin sıkıntılı bir hayatı olacaktır. Aksine, kulluk sorumluluğunu hep hatırında tutanlar, Rabbimizin “Siz beni anın ki ben de sizi anayım!” (Bakara, 2/152) müjdesine nâil olacaklardır.

Zikir;Allah’ı isim ve sıfatlarıyla anmak, tefekkür etmek ve gaflet içerisinde olmamaktır. Allah’ı gönül ve dil ile zikretmekle beraber, O’nu hayatın içinde de anmak ve rızasına uygun davranmalıyız. Allah’ı yalnızca darda kaldığımız zamanlarda değil, maddi ve manevî hiçbir tasamızın bulunmadığı durumlarda da nimetlerini anarak, zikrederek, O’na karşı şükran vazifemizi yerine getirmeliyiz.

Yüce Allah’a secde ve tesbihte bulunmak, Allah’ın hükmünün, her zaman ve her yerde geçerli olduğunu; hiçbir şeyin  O’nun buyruğu dışına çıkamayacağının bilinmesi demektir. “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. Ancak siz onların tesbihini anlamazsınız !” (İsrâ, 17/44).

Zikir; kalple zikir, bedenle zikir, dil ile zikir olmak üzere üç kısma ayrılır .

Kalple zikir; Allah’ın varlığını, birliğini, niteliklerini, yüceliğini ve eşsizliğini düşünmek ve kabul etmek; Kur’anda anlatıldığı, tanıtıldığı ve bildirildiği şekilde tanımak, anlamak ve bilmektir. Hz. Peygamber, “Her şeyin bir cilası vardır, kalbin cilası da Allah’ı zikirdir ” buyurmuştur.

            Beden ile Zikir: Başta namaz kılmak olmak üzere, gözün, kulağın, el ve ayakların, dilin, aklın, kısaca bütün organların, Allah’ın ve Peygamberinin emir ve yasaklarına uygun olarak, haram ve kötülüklerden sakınıp insanlara yararlı-faydalı işlerde kullanılması, meşru işlerde çalışması, üretmesi bedenle zikir demektir.

            Dil İle Zikir:  Allah’ı güzel isimleriyle anmak, övmek, yüceltmek, noksan sıfatlardan tenzih etmek, O’nun varlığını –birliğini –eşi ortağı ve benzeri bulunmadığını; gücünü-iradesini ve nimetlerini ifade eden cümleleri söylemek, dua etmek, Kur’an okumak  şeklinde yapılabilir.

Dil ile zikir nasıl yapılmalıdır ?

Dilin, kavgadan-nizadan-küfürden-kötü alışkanlık sözlerinden-dedi-kodudan, munafıklıktan v.b. arındırılarak  ayakta iken, yürümekte iken, otururken veya yan yatmış halde, kısaca her zaman –her yerde –her halûkârda söylenebilecek sözler şunlardır :

 

·    Lâilahe İllallah !=Allahtan başka ilah yoktur, sadece Allah vardır

·    Muhammedün Resulullah= Muhammed Allahın Resulüdür .

·    Süphânallah !=Her türlü noksanlıklardan Allahı tenzih ederim.

·    Elhamdü lillah != Allah’a hamdederim, şükrederim; her türlü övgü Allaha özgüdür.

·    Allahu Ekber ! = Allah en büyüktür.

·    El-hamdü lillâhi Rabbb’il-Alemîn = Alemlerin Rabbi Allaha hamdolsun !

·    Esteğfurullâhe’l-azîme ve etûbü ileyh =Yüce Allahtan mağfiret diler ve O’na tövbe ederim !

·    Esteğfurullâhe ve etûbü ileyh =Allahtan mağfiret diler ve O’na tövbe ederim .

·    Sübhânellâhi ve bi hamdihî=Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim ve O’nu överim

·    Süphâne Rabbî ve bi hamdihî= “                                                           

·    Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh= Güç ve kuvvet ancak Allah’ın ihsanı ile vardır.

·    Eşhedü en lâilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh ve eş hedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühû_= Ben tanıklık ederim ki Allahtan başka ilah yoktur, sadece O vardır ve O’nun ortağı  yoktur . Yine tanıklık ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Elçisidir.

·    Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. = Allahtan başka ilâh yoktur, sadece O vardır, O’nun ortağı  yoktur . Mülk O’nundur . Her türlü övgü O’na aittir. O her şeye gücü yetendir.

·    Süphânellâhi ve’-l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh’il aliyyil azim =Allahı noksan sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allaha mahsustur . O’ndan başka ilâh yoktur . Allah en büyüktür . Güç ve kuvvet ancak aziz Allah ile vardır.

·    Ayrıca Esma-ül Hüsnadan (Tanrının güzel isimlerinden) bazıları da tespih çekilebilir: “ Ya Zülcelâli vel ikram ”; “Ya Rahman-i Ya Rahim ”; “Ya Kuddüs ya Mennan ”  “Ya Evveli, Ya Ahiri, Ya Zahiri, Ya Batın ”; “Ya Hû Ya Allah ”; “Ya Ezelliyül Ezeli ”; “ Ya Hayyû Ya Kayyûm”  bunlardandır…

Yüce Allah’a secde ve tespihte bulunmak, Allah’ın hükmünün, her zaman ve her yerde geçerli olduğunu; hiçbir şeyin O’nun buyruğu dışına çıkamayacağının bilinmesi demektir. “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. Ancak siz onların tesbihini anlamazsınız !” (İsrâ, 17/44).

İnsanın, yukarıda yazdığımız zikirlerden bazılarını, yapabileceği kadarını seçip, her gün 33’er defa çekmesi ne kadar güzel olur. Diyelim ki yürüyüş yaparken, yürüyüş bandında iken, Tv. seyredekken, yan yatmış istirahat ederken, eline bir tespih alıp her bir zikri 33 defa çekmesi ne kadar güzel olur!

ÜÇ AYLARDA ALLAH TEALÂ’YI ZİKRETMEK.

Allah Tealâ’yı zikretmek için üç ayların yani Recep, Şabân ve Ramazan aylarının ayrı bir önemi vardır: Recep Ayının ilk günü iki rekat nafile namazı kılınır;111 defa  “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed” diye Peygamber Efendimize salat ü selam getirilir. Akabinde 1660 defa “Yâ Allah!” diye tespih çekilir. Bu başlangıç mahiyetindedir.

Bu birinci günde ve sonraki üç ay boyunca her gün 1100 defa “Lâ İlâhe İllallah!”  ve 100 defa da “Muhammedün Resûlullâh” diye tespih çekilir. Böylece üç ayların sonunda 90.000 kelime-i tevhid tamamlanmış olur! 9.000 defa da Muhammedün Resûlullah denilmiş olur.

ZİKİRLE, HEP ZİKİRLE

Yalandan, riyadan kaçılmalı,

Allah’ı zikirle, hep zikirle,

Semavî kapılar açılmalı,

Allah’ı zikirle, hep zikirle,

 

Açalım ol beyaz gonca gülde,

Mevlâ’ya akalım coşkun selde,

Kabe’ye koşalım esen yelde,

Allah’ı zikirle, hep zikirle !

 

Hayattan, değerli ibret aldım,

Sık sık derin tefekküre daldım,

Tevazuda toprak gibi oldum,

Allah’ı zikirle, hep zikirle.

 

Kalbî duygularımı yazdım,

İlâhî aşk göllerinde yüzdüm,

Rüzgârdan Resûl selâmın sezdim,

Allah’ı zikirle, hep zikirle !

 

OYTAN Muammer yanar kavrulur,

Yedi iklim dört köşe savrulur,

Nefis ıslah olup muma çevrilir,

Allah’ı zikirle, hep zikirle !

 

KADİR GECESİ

On iki ayın sultanı, en yücesi

Ol gece indi Kur’anın ilk hecesi

Sehere kadar sürer Rab inayeti(lütuf)

Bin aydan hayırlıdır Kadir Gecesi!



ALLAH’A ŞÜKRETMEK :

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 8 ay önce / 22.04.2022 09:46:05 | Görüntüleme : 1421


Yüce Tanrı, Câsiye Suresi’nin 13 cü ayetinde buyurduğu gibi: Göklerde ve yerde olanların hepsini, kendinden bir lütuf olarak insanlara amâde kılmıştır. Allah’a şükür, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve yalnızca O’ndan geldiğinin bilincine varmaktır. Bizleri insan olarak yaratıp akıl nimeti ile donatıp diğer canlılardan üstün kılan ve ilâhî kitaplar göndererek yolumuzu aydınlatan Allah’a şükretmek en önemli kulluk görevimizdir

 BİR AYET.

“ Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Elbette ahiret yurdu, sakınan muttakiler için daha hayırlıdır. Halâ akıllanmayacak mısınız? (En’am,6/32)

BİR HADİS

Ölüm, mü’minin armağanıdır”; “ Ölüm, her Müslüman için kefarettir!”.(İmam-ı GAZALİ, Kalplerin Keşfi,)

ALLAH’A ŞÜKRETMEK :

Yüce Tanrı, Câsiye Suresi’nin  13 cü ayetinde buyurduğu gibi: Göklerde ve yerde olanların hepsini, kendinden bir lütuf olarak insanlara amâde kılmıştır. Allah’a şükür, her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunun ve yalnızca O’ndan geldiğinin bilincine varmaktır. Bizleri insan olarak yaratıp akıl nimeti ile donatıp diğer canlılardan üstün kılan ve ilâhî kitaplar göndererek yolumuzu aydınlatan Allah’a şükretmek en önemli kulluk görevimizdir

“…Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.”(Lokmân,31/12)

Artık Allah’ın size helâl ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız, Allah’ın nimetine şükredin.(Nahl,16/114)

 İnsanın; sağlık, sıhhat, afiyet, evlât ve bunca nimetleri kendisine ihsan eden Rabbine şükretmemesi nankörlük olur. Şükür, nimeti vereni bilerek onun bütün emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir. Bahşedilen nimetlerin devamı ve bereketlenmesi için de şükür gereklidir. Allah Teâlâ; “…Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azâbım  çok şiddetlidir.”(İbrahim,14/7) buyurmaktadır.

Her nimetin şükrü de kendi cinsindendir: Malın şükrü zekât vermek, ilmin şükrü insanlara doğru bilgileri aktarmak, bedenin şükrü de Allah’a ibadet etmek ve insanlığın yararına iyi işler yapmaktır.

HZ. PEYGAMBER’İN CUMA NAMAZININ ÖNEMİNE DAİR HUTBESİ.

 

İbn Mace, Hz. Câbir’den şöyle rivayet etmektedir: “Hz. peygamber, bize şöyle hutbe verdi: ‘ Ey insanlar ölmeden evvel Allah’a tövbe edin, henüz meşgul olmadan salih amellerle uğraşın, Allah’ı çok zikrederek gizli ve aşikar çok tasadduk ederek aranızdaki bağı güçlendirin ki size rızık verilsin, size yardım edilsin, açıklarınız kapatılsın. İyi bilin ki Allah, Cuma namazını, size, burada, bugün, bu ay, bu yıldan kıyamete kadar farz kılmıştır. Kim, ben hayatta iken veya benden sonra yönetimde bulunan adil veya zâlim devlet başkanını tanımayarak, onu küçümseyerek bu namazı terk ederse Allah, onun işini rast getirmez, işlerini bereketli kılmaz. İyi bilin ki onun namazı, zekâtı, haccı, orucu ve yaptığı hiçbir hayır kabul edilmez. Ancak tövbe ederse durum değişir. Kim tövbe ederse Allah da onun tövbesini kabul eder…”İbn Mace, 108)

TEVAZU (ALÇAK GÖNÜLLÜLÜK)

Tevazu, rütbe bakımından alt seviyede olan kimselere karşı böbürlenmemek, kendini öz değerinden yukarı göstermemek anlamlarına gelir. Zıddı kibir ve gururdur.

Tevazu, Allah katında ne kadar yüksek bir haslet ise, gurur ve kibir de o kadar düşük bir duygudur. Peygamberimiz: “ Allah tutumlu olanı zengin eder; savurganlık edeni ise fakir düşürür. Tevazu göstereni yükseltir; kibirlenip böbürleneni de alçaltır, aşağıların aşağısına indirir!”  buyurmuştur.

Örnek olaylar:

1-Mevlâna, halkın yanısıra Konya’daki papazlarla da görüşmekte ve onlarla da sohbet etmektedir. Bir gün Konya çarşısından geçerken bir papazla karşılaşır. Papaz, Mevlâna’ya saygıyla başını eğerek selam verir. Mevlâna, papazın bu davranışına biraz daha fazla eğilerek karşılık verir. Papaz başını kaldırdığında bu davranışı görür. Mevlâna ile konuşur ve ayrılırlar. Bu sırada Mevlâna, “ Hazret, acaba papazı neden daha fazla eğilerek selamladı” şeklindeki şaşkınlık içinde olan çevresindekilere şöyle seslenir: “ Allah’a şükürler olsun, alçak gönüllülükte papazı geçtik.!”

2-Mevlâna hazretlerinin huzuruna iki adam gelir. Bunlar birbirleriyle kavga etmişlerdir ve dargındırlar. Mevlâna onlara barışmalarını söyler ve Nurettin adındaki adama şöyle söyler: “ Ey Nurettin, arkadaşın toprak hükmünde görünüyor. Sen su gibi yumuşak ve alçak gönüllü ol. O’na git ve anlaş. Hem herkes de bilir ki, iki dargın insandan hangisi barışmak için daha önce davranırsa, cennete de önce girecektir; daha çok sevap alacaktır!”

 

MELEKLERİN DOSTLUĞU.

Melekler, Allah’ın emir ve yasaklarına asla karşı gelmeyen, Allah’ı öven, O’na secde eden ve asla kibirlenmeyen nuranî varlıklardır. İnsanlar için dua ederler, ölüm zamanı gelen insanların canlarını alırlar, cennet kapılarında müminleri karşılayıp onları selamlarlar ve müminleri cennetle müjdelerler. “Rabb’imiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner, (onlara) ‘korkmayın, üzülmeyin, siz va’dolunduğunuz cennetle sevinin, biz dünya hayatında (olduğu gibi) ahiret hayatında da sizin dostlarınınız, orada size canlarınızın çektiği her şey var, orada size istediğiniz her şey var’ derler.”(Füssilet,41/ 30-31) .(İsmail Karagöz, Sevgi ve Dostluk, s.214)

 

KİM İYİDİR-KİM KÖTÜDÜR ?

Peygamberimiz(s.a.s.) , bir gün sahabeye: “Hanginizin iyi, hanginizin kötü insan olduğunu size haber vereyim mi?” diye sordu ve ardından şöyle buyurdu: “iyi olanınız , kendisinden herkesin hayır umduğu ve şerrinden emin olduğu kimsedir.Kötü olanınız ise kendisinden hiç kimsenin hayır ummadığı ve şerrinden emin olmadığı kimsedir.” (Tirmizî, Fiten,76) .

Resulallah(s.a.s.)in dilinde mümin kişi, her şeyden önce teslimiyet ve sadakat sahibidir.O, tıpkı altın gibi değerlidir; hayatı boyunca İbrahimî bir duruş sergiler ve vakarını korur.Resul’ü Ekrem’e göre mümin, bal arısı gibidir: Hep güzel, temiz, helal şeyler yer, hep güzel şeyler üretir. Kimseyi kırıp incitmez. Müminin gönlünde kötüye değil iyiye, zararlıya değil faydalıya, olumsuza değil olumluya yer vardır.

Peygamber Efendimize (s.a.s.) göre mümin, hurma ağacı gibidir. Her daim imanından aldığı kuvvetle canlılığını, diriliğini korur. Yaratılış gayesini unutmadan insanlığa yararlı olur(Buharî, Edep,89).

Mümin, türlü musibetlerle imtihan edilse bile yıkılmaz, ayakta kalır. Bilir ki kula düşen, imtihan ve musibetleri Eyüp misali sabır, metanet ve vakarla kabullenmek ve karşılamaktır.Yüce Allah’tan gelene: “lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilmektir.

Resulü Ekrem’e göre mümin, feraset, basiret ve itidal sahibidir.Hayata ve olaylara tefekkür, hikmet ve ibret nazarıyla bakar. Ancak bile bile hataya da düşmez: “Mümin, bir delikten iki dafa ısırılmaz.!” (Buharî, edep, 8). İnancının, duygu ve düşüncelerinin istismar edilmesine izin vermez; gönlünü, zihnini başkalarına esir etmez.

ÜRPEREN YOK ARTIK

Kâinattaki sırları

Görüp ürperen yok artık!

Çiçek bezenmiş kırları

Görüp ürperen yok artık!

 

Bülbülün öttüğü bağı,

Örümcek: Ördüğü ağı,

Resûl’ün gördüğü dağı

Görüp ürperen yok artık!

 

Şu yağan yağmuru-karı,

Meyve, sebze yeşil, sarı

Hayret uyandıran narı

Görüp şükreden yok artık!

 

Resûl’ün sevdiği gülü,

Meyve yüklü yeşil dalı,

Arının yaptığı balı,

Görüp şükreden yok artık!

 

Rabbin gücünün ögesi,

Yer, Güneş, Ay’ın dengesi,

Hiç değişmez yörüngesi,

Görüp şaşıran yok artık!

 

Allah kelâmı Kur’an’ı,

Hûşuyla namaza duranı,

Aşkla secdeye varanı

Görüp şükreden yok artık!

 

Melek gibi nurlu yüzün,

Arşı görür gönül gözün,

Kur’an’ın ilâhî sözün,

İşitip ürperen yok artık!

 

Oytan’ımın tatlı dili,

Arşa açık iki eli,

Gökten inen azgın seli,

Görüp ürper yok artık.



KELİME-İ ŞAHADET VE ANLAMI.

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 21.04.2022 08:35:42 | Görüntüleme : 1395

İslâmın şartlarından ilki olan kelime-i şahadetin aslı, “eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh.” dur. Türkçe anlamı: “Kesinlikle tanıklık ederim ki, Allah’tan başka Tanrı yoktur. Ve yine kesinlikle tanıklık ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve peygamberidir.”

 BİR AYET

“…   Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara,  yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin…”(Nisâ, 4/36)

BİR HADİS

Kişiyi ölürken üç şey uğurlar: Sevdikleri, malı ve yaptıkları. İlk ikisi geri döner ve o yaptıkları ile baş başa kalır !” ( Buhari, Rikâk, 42)

KELİME-İ ŞAHADET VE ANLAMI.

İslâmın şartlarından ilki olan kelime-i şahadetin aslı, “eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh.” dur. Türkçe anlamı: “Kesinlikle tanıklık ederim ki, Allah’tan başka Tanrı yoktur. Ve yine kesinlikle tanıklık ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve peygamberidir.”

Bu şahadet kelimesine kesin inanıp onu gönülden söyleyen bir kimse, Müslüman olarak kabul edilir. O halde şahadet kelimesi, Müslümanlığın ilk şartıdır ve İslâmı, diğer dinlerden ayıran ilk Müslümanlık belgesidir. Çünkü bir Müslüman bu kelimeye inanmak ve söylemekle İslâmın iki esassını kabullenmiş olur:

a-                          Allah’ın birliğine, O’nun bir ve tek olduğuna; eşi, benzeri, ortağı olmadığına; O’nun ibadete lâyık tek bir Allah olduğuna inanmak ve buna tanıklık etmek.

b-                          Hz. Peygamber’in, Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna inanmak ve buna da tanıklık etmek.

Bu iki esastan birine inanıp diğerine inanmayan kimse Müslüman sayılmaz.

Bir kimsenin peygamber olduğuna inanmak,O’nun Allah katından getirip haber verdiği her şeyin hak ve gerçek olduğunu kabul ve tasdik etmeyi gerektirir. Bu sebeple şahadet kelimesi, bütün iman esaslarını ve İslâm dininin bütün hükümlerini de kapsamaktadır.(Ahmet Okutan,Gençlerle Sohbetler,s.130)

 

                       Hz. PEYGAMBERİMİZİN YOLCULUK ESNASINDAKİ ÂDETLERİ.

Hz. Peygamber(s.a.s.), cihat için veya umre için yola çıkarken hanımlarından hangisinin kendisine eşlik edeceğini belirlemek için kur’a çeker, kur’ada çıkan hanımı Resûl-i Ekrem’e eşlik ederdi. Hz. peygamber, Perşembe günleri yola çıkmaktan hoşlanır, sabah erkenden hareket ederdi. Askeri kuvvetler göndermesi gerekiyorsa onu daha erkenden yola çıkarırdı.(Ebu Davud, Kitâbul-Cihâd.) Peygamberimiz, binek hayvanına binerken “Bismillâh” der ve atının üzerine yerleşince şu duayı okurdu: “Ya Rabbim, bu yolculuğumuz esnasında bizi fazilete, hayır ve takvaya, seni hoşnut edecek işlere yönelt. Ya Rabbi ! Yolculuğumuzu kolaylaştır, mesafelerimizi kısalt Allah’ım! Yolda dost sensin, çoluk çocuğumuz sana emanet…Yolculuğun meşakkatinden, sıkıntılı bir dönüşten sana sığınırız.Ailemizi ve malımızı kötü bir durumda bulmaktan koru.!Peygamberimiz seferden Medineye döndüğünde önce camiye gider, iki rekât namaz kılar, sonra evine giderdi. . ( Ebu Davud, Kitâbul-Cihâd)

 

İYİLİK YAPMAK; HAYRA ÇAĞIRMAK, İYİLİĞİ EMREDİP KÖTÜLÜĞÜ MEN ETMEK.

İslâmın temel ilkelerinden birisi de toplumun ve kişilerin birbirine iyiliği ve güzelliği tavsiye etmesidir. Bu tavsiye ne kadar çok ve yoğun şekilde yapılırsa insanlar arasındaki ilişkiler o derecede iyileşip gelişebilir ve ahlâklı ve erdemli bir topluluk meydana gelir. Kur’ân-ı Kerim’de, kurtuluşa erenlerin özelliği olarak, Cenab-ı Allah, Siz, insanlar  için  çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. . İyiliği  emreder, kötülüğü men eder  ve Allaha iman edersiniz..” (Âl-i İmran,3/110) ; “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır .”( Âl-i İmran,3/104) buyurmuştur.

Yüce dinimizde hayrın, iyiliğin sınırı yoktur. İnancımızda Rabbimizin rızasına vesile olan her bir davranış hayırlı ve güzel bir davranıştır. Şüphesiz hayır işlemenin hem maddi hem manevî birçok çeşidi vardır. Hayır herkesin gönlüne ve gücüne göredir. Hayır işlemek, kimine göre cami, hastane, okul yaptırmaktır; kimine göre mağdurlara, muhtaçlara el uzatmak, mahzun gönüllere neşe saçmaktır. Hayır, bazen bir yetimin, kimsesiz boynu büküklerin başını okşamak, bazen de bir kardeşimizin yüzüne tatlı bir tebessümle bakmaktır. Hayrın anahtarı bazen yolunu kaybetmiş birine yol göstermek, boynu bükük bir garibin ümidi olmak, bazen de mazlumun, mağdurun acısını paylaşmak, gözyaşlarına ortak olmaktır. Hayır kimi zaman da zalimlere, yakıp yıkanlara, terör estirenlere, cana kıyanlara, insanlara hayatı zinden edenlere karşı çıkmaktır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, “Hayra vesile olan, o hayrı işleyen kadar sevap kazanır.” Buyurmaktadır. Şu halde hayır işlemek kadar hayra vesile olmak, hayrı teşvik etmek de önemli bir davranıştır.

Atalarımız, “ iyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir ” diyerek daima iyilik yapmamızı öğütlemişlerdir. Kişilere, yere, zamana göre değil, herkese, her yerde, her zaman iyilik yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir.

      İyilik yapanların, salih ameller işleyenlerin mükâfatsız kalmayacağı müjdelenmektedir: “…İyilik yapanları müjdele.”(Hacc,22/37) Hz. Peygamber Efendimiz de: Su nasıl kirleri temizlerse, iyilikler de kötülükleri öyle temizler ! .(Ebû Mesher, Nushatu Ebî Mesher, 1410, s. 49)  buyurmuştur.

           

                        İyilik etmenin üç şıkkı vardır: 1-yapılan bir iyiliğe karşılık iyilik etmek; 2-Karşılık beklemeden iyilik etmek; 3- Kötülük edene iyilik etmektir. En üst seviyedeki iyilik üçüncü şıktaki iyiliktir. Bu sebeple halkımız arasında “ İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır; kötülüğe iyilik ise er kişinin kârıdır!” denilmiştir.

                       

Hz.PEYGAMBERİMİZİN HASTALARI ZİYARETİ.

 

Hz. Peygamber(s.a.s.),hasta ziyaretine önem verir; onları ziyaret etmenin Müslümanlar için önemli bir görev olduğunu söylerdi. Bir hastayı ziyaret ettiğinde ona ümit verir, nabzını eline alır, alnına dokunur, şifa bulması için dua eder, “inşallah kurtulacaksınız!derdi. Bu ortamda birisi moral bozacak bir söz söyleyecek olsa ondan memnun olmazdı. (Buhârî, Bâbu İyâdetil-Arâb)

 

           

ÂHİRETE İMAN ETMEK

Kur’ân-ı Kerim’in pek çok ayetinde dünya hayatının geçici, ahiretin ise ebedî olduğu, insanların dünyanın geçici zevklerine ve aldatmacalarına kanmamaları, daha hayırlı ve kalıcı olan ahiret mutluluğunu yakalamaları gerektiği vurgulanmaktadır. Bununla birlikte Kur’ân, dünya hayatının da ihmal edilmemesi gerektiğini, çünkü ahiretin dünyada kazanılacağını, ahirette mutlu olmanın, dünyadaki yaşayışa bağlı olduğunu ifade etmektedir. Açıktır ki :

Ahirette bütün peygamberlerin Allah’ın izniyle şefâat etmeleri haktır ve gerçektir.Şefâat demek, günahı olan müminlerin günahlarının bağışlanması, olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin ve Allah katında dereceleri yüksek olanların Allah’a yalvarmaları ve dua etmeleri demektir.(İlmihal.s129) İzni olmadan onun katında kim şefâat edebilir ?... (el-Bakara,2/255) ; Onlar Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefâat etmezler…” (el-Enbiyâ,21/28)

Ahirete imân etmek, bu dünyaya, ilim ve fazilet kazanarak daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek için geldiğine ve o âlemdeki saadetin, burada kazanacağı yüksek ilim ve faziletlere bağlı olduğuna imân etmiş bir insan için dünyada ilim ve ahlâkî erdemlerin en yüksek basamağına çıkmaya çalışmak, en birinci görev olur. Bir mükâfât ve ceza gününün varlığına, herkesin bu dünyadaki işinden ve amellerinden dolayı “Ruz-i Mahşerde-hesap gününde” Allah’ın huzurunda sorguya çekileceğine imân etmiş olan insan doğruluktan ayrılmaz; kendi hakkını bilir, başkasının haklarını gözetir, kendisine lâyık görmediği bir şeyi başkalarına da lâyık görmez.(Hacı Ahmet Kayhan, a.g.e.s.201)

Ahiretin olmadığını kabul etmek insanın koyu bir karamsarlığa sürüklenmesine sebep olur. Oysa İslâm dini ahiret inancıyla dünya hayatına bir amaç kazandırmaktadır. İnsan artık ölümle yok olmayacaktır. Aksine ölüm, sonsuz bir hayata geçiştir..Kur’ân, insanın ahireti göz ardı etmemesini ama bunun yanı sıra dünyayı da unutmaması gerektiğini söyler.Bir diğer ifadeyle Kur’ân’da dünya ve ahiret bütün olarak ele alınmıştır. Bu anlamda ne dünya ahiret için, ne de ahiret dünya için alternatiftir! Bu bütünlüğün güzel ifadesini aşağıdaki ayette görebiliriz.(Prof.Dr.Mehmet Paçacı,İslâma Giriş, Ana Konulara Yeni Yaklaşımlar,Ahiret:Ebedî Hayat, Diyanet İşleri Bşk. Yay. Ankara 2007, s174-175)

“…Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu da gözet, dünyadaki payını da unutma. Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik yap…”(Kasas,28/76-77).

 

            HZ. PEYGAMBER(s.a.s.)’in NAMAZDAN SONRA YAPTIĞI DUALARDAN BİRİSİ:

            Ebu Davud, Zeyd b. Arkam’dan şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Peygamber namazdan sonra şöyle derdi: ‘Ey Allah’ım, bizim ve her şeyin Rabbi! Şahadet ederim ki, senden başka ilâh yoktur. Muhammed’in senin kulun ve elçin olduğuna şahâdet ediyorum. Ey Allah’ım, bizim ve her şeyin Rabbi! Dünya ve Ahiret’te bulunan her vakit beni, sana ve aileme karşı ihlâslı kıl! Ey celâl ve ikram sahibi! Beni duy, duamı kabul et! Ey Allah’ım gökleri ve yeri nurlandır. Allah bana yeterlidir ve O en güzel vekildir! Allah’u ekber, Allah’u ekber, Allah’u Ekber !”(Ebu Davud, 1508)

 

İMANSIZ BIRAKMA ALLAH’IM

 

Huşû durumda olalım,

Hikmet ehlinde kalalım,

Hepimiz takva dolalım,

En son nefesi verirken,

İmansız bırakma Allah’ım!

 

Asıl tevhide inandım,

Yüce Rabbime sığındım,

Peygamberlere güvendim,

Son nefeste dinsin ahım,

İmansız gönderme Allah’ım!

 

Kutsal kitaba yüz sürdüm,

Rab emirlerini gördüm,

Nice nas-emirler derdim,

Son nefeste bitsin acım,

İmansız bırakma Allah’ım!

 

Ahret-kadere inandım,

Meleklere ruhen kandım,

Kaderim yazılı andım,

Son nefesim, ah son anım,

İmansız bırakma Allah’ım!

 

OYTAN’ım, derde çare bul,

Olmalısın sâlih bir kul!

Has imanına sahip ol,

Son nefesim, son ah-vâhım,

İmansız gönderme Allah’ım!



DOST EDİNMENİN ÖNEMİ

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 18.04.2022 08:17:06 | Görüntüleme : 1433

Bir insanı sevmek, onunla dost olmak, içini dökmek, sırlarını paylaşmak, iyi ve kötü gününde birlikte olmak arzusu, insanın doğasında vardır ve insan buna muhtaçtır. İnsanın; canı sıkıldığı, morali bozulduğu, bir musibetle karşılaştığı zaman kendisini teselli edecek, yardımcı olacak, yol gösterecek, mutlu ve sevinçli, hayırlı ve başarılı işlerinde birlikte olacak, tebrik ve teşvik edecek bir dosta her zaman ihtiyacı vardır.

 BİR AYET

“…   Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara,  yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin…”(Nisâ, 4/36)

BİR HADİS

Kişiyi ölürken üç şey uğurlar: Sevdikleri, malı ve yaptıkları. İlk ikisi geri döner ve o yaptıkları ile baş başa kalır !” ( Buhari, Rikâk, 42)

 

 ÂYET-EL KÜRSÎ HAKKINDA MESNEVÎ’DEN:

Âyet-el Kûrsî hakkında Mevlâna Hazretlerinin, Mesnevî’de anlattığı şu olayı da zikretmek güzel olacaktır:

Şeyhlerin ünlülerinden İyâzoğlu Fuzayl; ilk zamanlarda yol kesiciydi. Günün birinde, bir kervanın yolunu kesmişti. Tâcirlerin kimisini öldürmüştü; kimisinin ellerini bağlatmıştı. Tâcirlerin mallarının denklerini açtırıp,  döküp saçınca bir elbise sandığında misk ve safranla Âyet-el Kürsî yazılmış olduğunu gördü. Bu sandığın sahibini bulup bana getirin dedi. Buldular adamı getirdiler. Dedi ki: ‘Elbiseni Âyet-el Kürsî’ye mi emanet ettin, O’nun korumasına mı bıraktın?’. Adam: ‘ Evet’ dedi. Bunun üzerine Fuzayl: ‘ Şu malların arasından kendi mallarının hepsini bul ayır, al ve git…Hatta geri kalanları da sana bağışladım. Benim yüzümden Âyet-el Kürsî’ye inancın sarsılmasın; bana faydası olmadı demeni istemem’ dedi. ‘Aklı başında olana bir işaret yeter!.’”(Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Mesnevî ve Şerhi,Cilt 5,s.486)

 

HZ. ÖMER’İN HİLÂFETE GEÇİNCE VERDİĞİ İLK HUTBE.

                  Dineverî, Şa’bî’den şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Ömer, Halife seçilince minbere çıktı ve ‘Allah kendi nefsimi Ebu Bekr’in meclisine lâyık görmediğimi biliyor’  dedi ve minberde bir basamak aşağıya indi. Allah’a hamd ve sena ettikten sonra dedi ki: “ Kur’anı okuyun ki onunla tanınasınız. Onunla amel ediniz ki Kur’an ehli olasınız. Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Allah’a amellerinizin arz olunacağı büyük arz gününe hazırlık yapınız. Yaptığınız hiçbir şey size gizli kalmayacaktır. Allah’a isyan hususunda hiç kimsenin kimseye itaat hakkı yoktur. İyi biliniz ki ben kendimi, Allah’ın malı üzerinde yetim velisi gibi görüyorum. İhtiyacım olmadıkça almayacağım, ihtiyacım olunca daq uygun şekilde alacağım.” (Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s Sahabe, s.258)

           

            HZ. MEVLÂNA’YA  VE HZ. ALİ’YE GÖRE İNSAN.

İnsanoğlunun nasıl bir varlık olduğunu çözmek gerçekten son derecede zordur! Bakarsın melek gibidir; bakarsın şeytandan da adî bir yaratık olur çıkar. Yırtıcı bir hayvan ancak aç kalınca başka bir hayvanı parçalar, öldürür ve ihtiyacını giderir; ihtiyacını giderdikten sonra da başkalarına zarar vermez. Oysa bazı insanlar hiç de açlığını giderip hayatını kurtarmak gibi hayatî bir ihtiyacını karşılamak zorunda olmadığı halde başka insanları, hatta karısını-öz evladını incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle öldürebiliyor. Bazısına da bakıyorsun, elindekini avcundakini yoksullara saçıp veriyor; onları koruyup kolluyor; “Yaratandan ötürü” sevgi-saygı ve merhamet gösteriyor. Bu durumu Hz.Mevlâna şöyle açıklıyor:

            “Biz insanlar öyle mahlûkatız ki, bazan melekler insan olarak yaratılmadıklarına üzülürler; bazen de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler! Hem meleklerden öteye, yukarıya yücelmek, hem de hayvanlardan dahi aşağıya düşmek insana mahsustur! Her iki durumda olmak ta yani düşmek de yücelmek de elimizdedir ve bizim seçimimize bağlıdır! Kime ve neye benzemek istiyoruz; meleklere mi, şeytana mı ? Varmak istediğimiz hedef nedir?” (Halil Altuntaş, a.g.e.s.164)

            İnsanoğlunun bu yüksek değerini, evren kadar yüksek değerini en iyi anlayanlardan birisi de Hz. Ali’dir. Veliyullah, kendi kendisini hor gören insana şöyle hitabeder: “Ey insan! Sen kendinin küçük, değersiz bir maddi yapı olduğunu sanırsın. Halbûki sen küçük bir evrensin; büyük evren de sende dürülmüştür!” (Halil Altuntaş, a.g.e.s.165)

            Büyük şair Şeyh GALİP, Hz. Ali’nin yukardaki sözünü şiir dili ile tercüme eder gibi, bakınız insanı nasıl anlatıyor: “Ey gönül neden böyle gam dolusun? Her ne kadar virane olsan da tılsımlı bir hazinesin sen; meleklerin secde etmekle emrolunduğu değerli bir varlıksın sen! Bildiğin gibi değil her şeyden üstünsün sen! Ruhsun, Cebrailin nefesi ile eşsin, Hak’kın sırrısın, Meryemoğlu İsa gibisin sen! Zâtına hoşca bak, çünkü evrenin özüsün, varlık ve oluşların göz bebeği insansın sen !”(Halil Altuntaş.a.g.e.s.164)

 

                              CENNET HAZİNESİ :

                              Ebû Zerr şöyle anlatmaktadır: “Hz. peygamber bana,Ey Ebu Zerr, Seni, Cennet Hazinelerinden bir Hazineye yönlendireyim mi ?dedi. Ben deEvet anam babam sana kurban olsun ya Resulallah!dedim. Hz. Peygamber de ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh cümlesini çok söylemelisin!buyurdu.”(Hâkîm,IV. 290)

 

DÜNYA HAYATI GEÇİCİDİR: HESAP GÜNÜNE HAZIR OLUNMALIDIR.

           

Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de, dünya hayatının insanı aldatan bir meta olduğu (Âl-i İmrân,3/185), Faydası ahirete göre daha az  olduğu (Tevbe,9/38), bir nevî oyun, oyalanma ve eğlenceden ibaret olduğu (Enam,6/32) açık şekilde bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz de dünya hayatında kendisini bir yolcu gibi görmüş, ebedî hayatı unutmayarak ona göre hazırlık yapmış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. O’na göre dünya hayatı, uzun bir yolculuk esnasında, altında geçici olarak gölgelenilen bir ağaç gibidir. “Muhakkak ki ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır !”(Duha,93/4) ayetinde buyrulduğu şekilde, ancak ahiret hayatı için elzem olan amellere engel olmayan bir dünya hayatının meşru, mubah, nimet ve mutluluk vesilesi olduğu unutulmamalıdır. Başka bir deyişle, müslüman kişinin,  hem dünya için ahretini, hem de ahreti için dünyasını ihmal etmemesi; ikisi arasında bir denge kurması; dünya hayatının bir imtihan sahası olduğunun farkında olması gerekir.(Dr.Ömer Yılmaz, Dünya ile Ahiret Arasında Denge Kurmalıyız, Kur’ân’dan öğütler 1, D.İ.B.Yayını ,s. 218-219)

      “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır…”(En’am,6/32) ayetinde belirtildiği üzere dünya hayatı gerçekten geçicidir. O halde bu dünyada kaldığımız bu geçici sürenin yararlı, anlamlı ve değerli olması için Allah’ın hoşnutluğunu ve rızasını kazanmak, O’na yakınlaşmayı umarak hayırlı ameller yapmak önceliğimiz olmalıdır. -“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.(Zilzâl,99/7-8) “…Size kıl kadar haksızlık edilmez” (Nisâ, 4/77). Böyle bir niyet taşımadan yani hayırlı-salih âmel işlemeye öncelik verme niyetinden yoksun olarak yaşanılan hayat boş, manâsız ve faydasız geçirilen bir süreden ibaret olacaktır.(Sabri Akpolat, Dünya Hayatı Geçicidir, Kur’andan Öğütler 1, D.İ.B. Yayını, s.212). Hz.Peygamber (s.a.s),Kişiyi ölürken üç şey uğurlar: Sevdikleri, malı ve yaptıkları. İlk ikisi geri döner ve o yaptıkları ile baş başa kalır !” ( Buhari, Rikâk, 42)

 buyurmuşlardır.

            Cenab-ı Allah, her kötülüğün misliyle bir cezası bulunduğunu ( Yunus, 10/27); Öyle bir günde hiç kimsenin başkası adına bir şey ödeyemeyeceğini (Bakara, 2/48); hiçbir günahkârın, başka bir günahkârın günahını yüklenemeyeceğini (Fâtır, 35/18) buyurmaktadır.

           

HUZURLU YAŞAMANIN SIRRI.

            İnsanların başına gelen her türlü olumsuz sanılan olaylarda bir hikmet, Rabbanî bir sebep olabileceği düşünülmelidir. Kur'ân-ı Kerim’e göre Cenab-ı Allah’tan başka hiç kimse gâibi bilemez. “…De ki: ‘ Gayb ancak Allah’ındır…!” (Yunus, 10/20). “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir” (Nahl,16/77) “ De ki: Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir..”(Neml, 27/65) “Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir!” (En’am, 6/59). Gelecekte ne olacağını, neyin, nasıl bir olaya sebep olacağını hiç kimse bilemez ve tahmin edemez. İnsanoğlu, maalesef ihtiraslıdır, Cenab-ı Allah'ın verdiklerine şükretmeden yenilerini istemekte çok sabırsızdır ve ölçüsüzdür. Hayırlı veya hayırsız olacağını düşünmeden daima istemekte; beklentileri-istekleri tahakkuk etmeyince de hemen hayal kırıklığına uğramakta; kara yaslara bürünmekte, bedbaht olmaktadır ! Bu İslâmın yolu değildir, Kur’ân-ı Kerim’in yolu değildir.! 

   

 Mutlu ve huzurlu yaşamın formülü çok basittirYapılacak şey:

    1- Sahip olunan sağlık, varlık, huzur ve mutluluk için; kısaca her şey için şükretmek,

    2- Herhangi bir istemde bulunmak için, arzu edilen makam-mevki-varlık-sağlık v.b. için elden gelen gayret ve hizmet tam olarak gösterilmelidir ve sonrasında: “Tevekkeli Tealâllah; bundan sonrasi Yüce Râbbimin takdirine kalmıştır; inşallah hakkımda her ne hayırlı ise onu takdir buyurur!”. diyebilmektir. İnsan; hayatı boyunca beklentileri için daima dua etmeli ve sonra da, beklediği her ne ise, Allah Tealâ’dan,  hakkında hayırlı olacaksa nasip ve ihsan etmesini dilemelidir:

            BAKTIĞIN HER ŞEYE HAK TEALÂ AKSETMİŞTİR.

İnsanoğlu doğada, evrende, yerde-gökte, denizde-karada-havada; çiçekte-böcekte, hâsılı her baktığı yerde Mevlâ’nın mucizelerini, muhteşem eserlerini görebilir; Yüce Râbbin gücünü, büyüklüğünü temsil eden; O’nun güzelliğinin, ihtişamının aksetmekte olduğu yaratılmış varlıkları görebilir; görmelidir! “ …Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır…”(Bakara,2/115) Şüphesiz ki, görmek için de iyi niyetle ve içten bir arzu ile aramalıdır!

 

ZİKREDER

Kalbin atar hiç durmadan,

Zikreder hep Allah diye!

Senin fikrini sormadan,

Zikreder hep Allah diye!

 

Gülzardaki şen bülbüller,

Kokusun salan sümbüller,

Rengârenk açmış tüm güller,

Zikrederler Allah diye!

 

Ana kucağı ol toprak,

Sulak olsun ya da çorak,

Resûl ile uçan Burak,

Zikrederler Allah diye!

 

Cıvıl cıvıl öten kuşlar,

Bildiğin kayalar taşlar,

Koyun kuzu, büyük başlar,

Zikrederler Allah diye!

 

Yayladaki serin pınar,

Çağıl çağıl hep çağıldar,

Billur yaşlar döker ağlar!

Zikrederler Allah diye!

 

Deme: “Onlar ne bilecek?”

Çayır çimen güzel çiçek,

Kelebekler, börtü böcek,

Zikrederler Allah diye!

 

Semaya yükselen dağlar,

Gök gürleten bulutlar,

Geçen ömürler çağlar,

Zikrederler Allah diye!

 

Rabbimiz yücedir yüce!

Evrende her varlık cüce!

Garip OYTAN gündüz gece,

Zikreder hep Allah diye!



İNSANLARIN BİRBİRİNİ SEVMESİ

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 15.04.2022 09:31:34 | Görüntüleme : 1355

Sevgi, Yüce Yaratan’ın, mahlûkata bahşettiği ilâhî bir lütuftur, nimettir!. Sevgiyi kullarının kalbine yerleştiren Yüce Rabbimiz, özü itibariyle bütün sevgilerin kaynağıdır. O, Vedûd’dur: çok muhabbetli, çok şefkatlidir; hem seven hem sevilendir.! Bu sevgi, şevkât ve muhabbet sayesinde tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar! Allah Tealâ, sınırsız lütuf ve kerem sahibidir.

 BİR AYET

. “Ey insanlar ! …Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır ! (Bakara,2/168),”

BİR HADİS

Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir!”

 

-İNSANLARIN BİRBİRİNİ SEVMESİ

Sevgi, Yüce Yaratan’ın, mahlûkata bahşettiği ilâhî bir lütuftur, nimettir!. Sevgiyi kullarının kalbine yerleştiren Yüce Rabbimiz, özü itibariyle bütün sevgilerin kaynağıdır. O, Vedûd’dur: çok muhabbetli, çok şefkatlidir; hem seven hem sevilendir.! Bu sevgi, şevkât ve muhabbet sayesinde tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar! Allah Tealâ, sınırsız lütuf ve kerem sahibidir. O, kulunu sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder. Yeter ki kul istemeyi bilsin; rabbine iltica eylesin!

                Mümin kişinin yüreği de her daim Allah sevgisi ile titrer. Bu sevgi sadece kalpte hissedilen bir duygu olarak kalmaz, tutum ve davranışlara, söz ve düşüncelere de yansır. Kalbini Allah sevgisi kuşatan bir mümin, rahmeti kuşanır. O, emindir, O’ndan endişe edilmez! Allah’ı sevenlere, Allah için birbirini sevenlere asla korku ve hüzün yoktur!

Allah sevgisinin yer aldığı kalpde başka sevgilere de yer olur mu? Acaba, Allah sevgisi kalpteki tüm sevgi haznesini doldurur da, başka sevgilere, başka varlıkların sevgisine hiç yer kalmaz mı? Peygamber Efendimizin, bununla ilgili çok güzel bir hadisi şerifi vardır: Bir gün Efendimiz, Hz. Ali’ye sorar:

-“Ya Ali Allah’ı seviyor musun?

-Evet ya Resulallah!

-Peki beni seviyor musun?

- Evet ya Resulallah!

-Peki eşini seviyor musun?

-Evet ya Resulallah!

-Peki çocuklarını seviyor musun?

-Evet ya Resulallah!

-Peki bunların hepsini bir kalpte nasıl taşıyorsun?

Hz. Ali, beklemediği bu soru karşısında şaşırmış ve cevap verememiştir. “Bunu düşünmek gerek!” diyerek oradan ayrılmıştır. Hz. Ali düşünceli bir şekilde dolaşırken eşi Hz. Fatıma, düşünceli olduğunu fark ederek sorar. “Nedir bu halin ya Ali? Eğer bu düşünceliğin dünyevî kaygılardan dolayı ise sana yakışmaz, bırak gitsin; yok, bu halin Rahmanî kaygılardan dolayı ise anlat, birlikte çözüm bulmaya çalışalım”. der. Hz. Ali, Efendimizle arasında geçen konuşmayı anlatır. Hz. Fatıma:

Ya Ali, babama git ve de ki: “Kişi Allah’ı aklıyla ve ruhuyla sever, Peygamberimizi kalbiyle sever; eşini nefsiyle sever, çocuklarını şefkâtiyle sever” demiştir. Hz. Ali, Peygamber Efendimize gelerek, Hz. Fatıma’dan öğrendiklerini anlatır. Efendimiz:

Ya Ali, bu bana getirdiğin gül, nübüvvet ağacından koparılmıştır!” der. (Tırmizi’den nakleden, Umut Atay, a.g.e.s.17-18)

İnsanın sahip olduğu en büyük hazine, sihirli duygu “sevgidir”; Cenab-ı Allah’ı(c.c.) , Peygamber (s.a.s.) Efendimizi, O’nun Ehlibeytini sevmektir! Allah’ın sevdiklerini, değer verdiklerini sevmektir!. Allah için birbirini sevmektir! Böylece, bu ruh haline kavuşmuş olarak tabii ki birbirimizi sevmektir; insanları, hayvanları, bitkileri, taşı-toprağı, çiçeği-böceği, kısaca tümüyle doğayı sevmektir; yaşamı sevmektir. Karşılıksız, beklentisiz olarak, bizatihî insan olduğu, hayvan olduğu, bitki olduğu, taş-toprak olduğu için, kısaca Allah Tealâ tarafından yaratıldığı için sevmektir! Büyük Derviş Yunus’un ifadesi ile “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir.!”  Her yöne, her yana, her şeye sevgiyle bakmaktır. Duyulan sevginin ruhumuzu titretmesidir; sevmek-sevilmek-gönüllere sevgi ekmektir; aç-susuz kalsan da sevgisiz kalmamaktır; bir ilâhî aşk nağmemizde belirttiğimiz gibi tüm insanlığa sevgi taşımaktır.!

 

Tüm mü’minlere durmadan taşırız,

Yükümüz sevgidir, özümden sevgi,

Kırklar Meclisinde lokma bölüşürüz,

Gönlümden sevgi akar sözümden sevgi!

 

İslâm Dini, dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, sevgiye, sevmeye-sevilmeye o kadar önem veriyor ki: “İmân etmedikçe Cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de kâmil imân etmiş olmazsınız.!” .( Ebu Davud, Edeb, 130, 131) buyuruyor.! Neredeyse birbirimizi sevmenin imân etmiş olmanın ön şartı olarak görüyorlar.!

Sevgi insanın en büyük hazinesidir. Sevgi insanın, hatta her canlının, hayvanların dahi bizatihî fıtratında vardır, doğuştan gelen bir haslettir. Allah Tealâ doğuştan yüreğimizi sevgi ile yüklemiş, şarj etmiştir. Ne var ki insanoğlu bu hazinesini, bu değerini, bu özelliğini kullanmakta son derecede cimri, hasis, kıskanç davranmaktadır. Aman haa kullanırsam biter diye korktuğu için değil! Çünkü sevgi içimizdeki öyle bir kaynaktır ki harcadıkça, kullandıkça, eksildikçe artar, çoğalarak akar, daha gür akar.!.

 Sevgi yaratılıştan getirdiğimiz, Allah vergisi bir duygudur: Fıtratın, insandan istediği iyiyi, güzeli, doğruyu v.b. seçmesidir; iyi bir kul, iyi bir evlat, iyi bir vatandaş olmasıdır. Ne var ki bu yolda insanın karşısına çıkan bir çok engelleyiciler vardır: Birinci engel, nefistir!. Nefis, engellerin başında gelir! Sürekli olarak olumsuz telkinlerde bulunan, kötüyü-kötülüğü teşvik eden nefis! Nefs-i emmare! İkinci engel şeytandır! Sanki aralarında işbirliği yapmış gibi, şeytan ve nefs-i emmare, insanı durmadan kışkırtır. Böyle bir etki altındaki insan hatalarını ve bunların yaratacağı sonuçları göremez; hatta görse bile bunları savunur, doğru yaptığını ileri sürer; öz eleştiri yapmak bilinci ve ruhu gelişmemiştir bu tür kişilerde! Nefsini lider konumuna getirmenin ve onun peşinde gitmenin cinsiyeti yoktur: Hem kadın hem erkek nefsaniyet yönelişine kapılmış olabilirler! Nefs-i emmare, maazallah insanı gaflete düşürür! Gaflet nedir ? Gaflet, nefsin arzularına uymak suretiyle Allah’tan uzaklaşmaktır! Allah’tan uzaklaşarak gidilecek yön, düşülecek yol, insanı doğrudan doğruya Cehenneme ulaştırır! O halde nefsimizi ıslâh etmeliyiz..

Nefis ıslâh olup muma çevrilir,

Ol Tanrı’yı zikirle,  hep zikirle!

 

.  TAPTUK EMRE’den BİR SÖZ.

Yunus Emre Hazretlerinin Şeyhi Taptuk Emre Hazretleri şöyle buyuruyor:

Aşkla yürüyen sırtında dünya taşır; aşksız yürüyen, beden diye ceset taşır !”

 

 

ALLAH TEALÂ’NIN SEVDİĞİ VE SEVMEDİĞİ ŞEYLER.

İnsanoğlunun, Cenab-ı Allah’ın kendisinden beklediği, istediği, emrettiği, yasakladığı, hoşuna gittiği-sevdiği her türlü tutum ve davranışları göstermesinin nihaî amacı Allah Tealâ’nın rızasını kazanabilmektir!

Cenab-ı Allah’ın insanı en şerefli varlık olarak yaratmasının; ona akıl, fikir, irade, vicdan ve nefis vermesinin; yeryüzünde kendisini vekil tayin etmesinin; canlı ve cansız tüm varlıkları, tüm yaratılmışları ve tüm imkânları da emrine vermiş olmasının sebebi hikmeti işte budur! Bu kadar büyük değer vermiş olduğu insanoğlunun, havada, suda, karada, kısaca tüm doğada emrine amade kılınmış havanın, suyun, ısının, yiyeceklerin-içeceklerin; güzel kokuların, rengârenk güzelliklerin karşılığında Allah Tealâ’ya ücret ödeyerek, karşılığını vererek memnun etmesi, rızasını alması mümkün olmadığına göre insanoğlunun yapması gereken şey Allah’ın rızasına mazhar olabileceği davranışlarda bulunmasıdır. Yukarıda anlattığımız gibi hayatın akışı içinde bu tür davranışların sınırı yoktur: Bunları yapamayanların kalbinden, yüreğinden, vicdanından iyilik yapmayı arzu etmesi, niyet etmesi, tanısın-tanımasın sıkıntıdaki bir kulun yüzünün gülmesini içten arzu etmesi, başkasını kıskanmaması, aksine daima başkalarının iyiliğini istemesi v.b. duygu ve düşünceler de Cenabı Allah’ın hoşuna gider, sever.

ALLAH  TEALÂ’NIN SEVDİKLERİ:

“…Allah, sabredenleri sever”(Âl-i İmrân,3/146);

 “…Şüphesiz Allah tevekkül edenleri  sever” (Âl-i İmrân,3/159);

“…Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları sever” (Tevbe,9/4);

 “…Şüphe yok ki Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever” (Tevbe,9/7) ;

“…Şüphesiz Allah adil davrananları sever (Mümtehine,60/8)

; …Allah, adaletli davrananları sever” (Hucurât,49/9) ;

Allah, İyilik yapanları sever”(Âl-i İmrân,3/134 ve Mâide,5/13- 93))).

 “Allah, güzel davrananları sever”(Âl-i İmrân,3/148).

 Rabbimiz, Resûlüne uyanları (Al-i İmrân,3/31), muhsinleri(Bakara,2/195), tövbekârları ( Bakara,’/222),takva sahiplerini ( Al-i İmrân,3/76),.adaletli olanları(Maide,5/42), çok temiz olanları (Tevbe,9/108), Allah yolunda çalışanları (Saff,61/4) sevdiğini bildirmekte; sevdiği kullarına: “ İyi biliniz ki; Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”(Yunus,10/62) müjdesini vermektedir.

 

  ALLAH  TEALÂ’NIN SEVMEDİKLERİ :

 -“Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez”( Nisâ,4/36);

- “Allah, hiç bir günahkâr nankörü sevmez.”(Bakara, 2/276)

-“…Allah, hiç bir haini, hiçbir günahkârı sevmez” (Nisâ,4/107)

-“… Allah,bozguncuları sevmez”(Mâide,5/64 ve Kasas,28/77);

- “…O,Israf edenleri sevmez” (En’âm,6/141 ve Â’râf,7/31));

-“…O ,haddi aşanları sevmez”(A’râf,7/55 veMâide, 5/87) );

-“…O, büyüklük taslayanları sevmez” (Nahl,16/23);

- “…Allah, hiçbir haini, nankörü  sevmez” (Hacc,22/38);

- “…şüphe yok ki Allah, kâfirleri sevmez” (Âl-i İmrân,3/32);

- “…Allah, zalimleri  sevmez” (Âl-i İmrân,3/57 ve 140 );

- “ Allah,zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıklanmasını  sevmez.”(Nisâ, 4/148);

-“…Allah, hainleri sevmez.”(Enfâl,8/58);

- “…Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.”( Kasas, 28/76);

-“Şüphesiz O, inkâr edenleri sevmez.”( Rûm,30/46);

- “…Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”(Lokmân,31/18);

-“Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.”(Şûrâ,42/40);

-“…Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.”(Hadid,57/23)

 

 

OLASIM  GELİR !

Kâbe duvarında bir taş,

Olasım gelir ey gönül,

Semâlarda özgür bir kuş,

Uçasım gelir ey gönül!

           

İlâhî örgü bir nakış,

Tanrıya aşık bir bakış,

Gönüller arası akış,

Akasım gelir ey gönül!

 

Hülle biçilen ol kumaş,

Kırklar Meclisindeki baş,

Gözlerden akan inci yaş,

Olasım gelir ey gönül!

           

Seherde zikreden bülbül,

Miraç’a çıkaran Düldül,

Resûl’ün sevdiği ol gül,

Kokasım gelir ey gönül !

 

Cennet’e giden zarfta pul,

Kâbe’de serili bir çul,

Muteberce sâlih bir kul,

Olasım gelir ey gönül!

           

Sevgi, saygı, sohbet olup,

Hasret ve muhabbet olup,

OYTAN Muammer’in kalbine,

Dolasım gelir ey gönül!



“Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 14.04.2022 08:27:06 | Görüntüleme : 1607
BİR AYET

“Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım !” (Zâriyat,51/56)

BİR HADİS

“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kul, haram lokma yediği zaman kırk gün duası kabul olmaz, haramla beslenen vücut ateşi hak eder.” ( Buhari, Daavât,3 )

 

Kâbe’nin Örtüsü: Kâbe’nin dört duvarı üstüne içten ve dıştan örtü asılması eski bir gelenek olup bu uygulamanın ilk defa ne zaman yapıldığı hususunda farklı rivayetler vardır. Dıştan dam korkuluğunun kenarlarında bulunan demir halkalarla çatıya, şazervân üzerindeki bakır halkalarla da tabana tutturulan örtünün, altın oluk, Hacerülesved, Rüknülyemânî’nin aşağı kısmı ve kapı hizalarına gelen yerleri kesiktir. Kapıya ise çok güzel bir şekilde işlenmiş ana örtüden bağımsız bir kisve örtülür. Günümüzde Kâbe örtüleri, 14 m. uzunluğunda ve 0,95 m. genişliğinde 48 parçadan meydana gelir; tamamı 638,4 m2.dir.  Yukarı kısmındaki Kâbe’nin dört tarafını çevreleyen ve birbirine eklenmiş  16 parçadan oluşan yazı kuşağına hizâm denilir: Uzunluğu 45 m., genişliği 0,95 metredir. Bu kuşağın biraz aşağısında  yine 16 parçadan meydana gelmiş, ancak birbirine eklenmeden aralarına, içlerinde âyet ve  esmâ-i hüsnâ yazılı daireler konmuş ikinci bir kuşak vardır. Örtünün kendisi de kitâbeli olarak dokunmuştur. Birbiri içine giren üçgenler arasında lafza-i celâl, kelime-i tevhid ve “ süphânallâhî ve bihamdihî süphânallâhi’l-azîm” ibaresi yazılıdır. Örtünün üzerindeki yazılarda altın ve gümüş teller kullanılmıştır. ( Hicaz Albümü, s.36-37)

Zemzem: Arapça’da “bol, bereketli, doyurucu ve kaynağı zengin su” anlamlarına gelen zemzem, sadece kutsal kabul edilen Harem bölgesinin değil, bizzat Kâbe’nin kuyusu ve bütünleyicisi olarak da görülmüş, Mekke için bir nevî hayat kaynağı olmuştur. Cenâb-ı Allah’ın emri üzerine, Hz. İbrâhim’in, eşi Hacer’i ve henüz bebek olan İsmail’i ıssız Mekke vâdisinde bırakıp ayrıldıktan sonra, Hâcer, su ve erzakının tükenmesi üzerine  çaresiz kalmış; küçük oğlu İsmail’in susuzluktan ölmesinden endişe ederek telâşla Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelerek bir yardımcı aramış; bütün ümitlerini kaybettiği anda mucizevî şekilde oğlunun bulunduğu yerde kaynayan zemzem suyunu görünce Allah’a şükretmiş ve suyun dağılmaması için etrafını toprakla çevirmiştir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “ Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, Zemzem’i kendi haline bıraksaydı veya avuçlamasaydı, muhakkak akar, bir ırmak olurdu.”

Bütün su kaynaklarına uzak bir noktada, çölün ortasında bir mucize gibi çıkan Zemzem, şifalı ve besleyici bir sudur. Ondan içen acıkmaz, ne kadar içilse rahatsız etmez, bazı hadislerde “ ne amaçla içilirse ona şifa olacağı…” buyrulmuştur.

          Hz. Hâcer’in, aralarında 400 metre mesafe olan Safa ve Merve tepeleri arasında  su ve imdât arayışı hac ve umre mesaiki içinde yer alan “sa’y” uygulamasının kökeni olmuştur(Bakara, 2/158). (Hicaz Albümü, s. 45)

                Zemzem, Allah Tealâ’nın darda kalan kullarının imdadına nasıl yetiştiğine dair ibret alınması gereken ve mucizelerle dolu bir örnektir. 2002 senesinde umreye gittiğimizde Zemzem kuyusunu  görmek kısmet olmuştu. Zemzem Kuyusu, Mescid-i Haram’da, Kâbe’nin 18 m. güney doğusunda, Hacerülesved’in tam karşısında bulunan ve merdivenlerle inilen 2,5 m. yükseklikteki yer altı kısmında bulunmaktaydı. Kuyunun etrafı, tavana kadar, güvenlik tedbiri olarak yuvarlak cam ile çevrilmişti. Yaklaşıp cam korkuluktan bakınca neredeyse su seviyesi kuyunun yüzeyine yakın olan mübarek zemzem görünebiliyordu.Zemzem bir pompa marifetiyle bu bodrumda bulunan çok sayıda su musluklarına verilmekte idi; herkes bu çeşmelerden içmekteydi. Daha sonraki gidişlerimizde, tavafı engellemesi ve izdihama sebep olması nedeniyle bu yer altına girişin tamamen iptal edilmiş, kapatılmış olduğunu; suyun Mescid-i Haram’ın bir çok yerine konulan bidonlarla dağıtımı yoluna gidildiğini gördük. Kutsal topraklara gelenlerin ülkelerine götürmeleri için bidonlarının doldurulması, Medine’ye götürülecek zemzemin büyük bidonlara doldurulması ve Mekke’deki Mescidü’l-Haram’daki bidonların doldurulması için şüphesiz başka dolum noktaları da vardır. Zemzemin mucizelerinden bahsederken, kuyudan ne kadar su çekilirse çekilsin zemzemin kuyudaki seviyesinin hiç değişmediği, aynı kaldığı; suyunun son derecede şifalı olduğu rivayet edilmektedir.

Hz. Peygamber, “Yeryüzündeki suların en hayırlısı zemzem suyudur; içilmesi açlığı giderir, hastalığa şifa olur!” ( Heysemî,III, 286). “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse ona çare olur! ” (İbn. Mâce, “Menâsik,, 78) buyurmuştur. Resûl’ü Ekrem’ in uygulaması sebebiyle , Kâbe’yi tavaf ettikten sonra kılınan 2 rekat tavaf namazını müteakip zemzem içmek müstehap kabul edilmiştir.

İHLÂS-NÂS-FELÂK SURELERİNİN FAZİLETİ.    XXXX

Peygamberimiz(s.a.s.), sahabeye, “Biriniz bir gecede Kur’an’ın üçte birini okumaktan aciz mi?” buyurmuştur. Bu sahabeye zor gelmiş, “Buna hangimizin gücü yeter Yâ Resûlullah!?” demişlerdir. Bunun üzerine Peygamberimiz(s.a.s.): “İhlâs sûresi Kur’an’ın üçte birine denktir!” buyurmuştur.(Buharî, Fedailü’l Kur’an,13).

İhlâs, felâk ve Nâs sûrelerine, üçüne birden, muavvizat denilir. Peygamberimiz(s.a.s.), bu üç sûreyi, akşam, sabah ve gece yatınca üç kere okumayı tavsiye etmiştir.

               İbn. Neccar, Hz. Âişe’den şöyle rivayet etmektedir:“ Hz. Peygamber yatağına yatınca ihlâs, Felâk ve Nâs surelerini avuçlarına okurdu. Sonra da elleriyle yüzünü, bileklerini, göğsünü ve elinin ulaşabildiği her yeri mesh ederdi.” (Buharî, Fedailü’l Kur’an,14).

Yüce Rabbimizin Kur’an’da bizlere hediye ettiği Felâk  ve Nâs isimli iki muhteşem surede kendisine sığınarak yaşamayı öğretmiştir. Bu yüzdendir ki Peygamberimiz(s.a.s.), Allaha sığınmanın en güzel ifadesi olarak nitelediği bu iki sureyi çokça okumamızı tavsiye etmiştir(Nesâî,İstiâze,1).

Felak ve Nâs’ı okuyarak her türlü şer ve kötülükten, karanlıklar içerisinde yolumuzu kaybetmekten Rabbimize sığınırız.  Haset ve öfkenin, kin ve nefretin, batıl ve hurafenin, vesvesenin esiri olmaktan O’na iltica ederiz. Art niyetlilerin, kem gözlülerin, kalbi kararmış, vicdanı taşlaşmışların şerri karşısında O’ndan yardım isteriz.

 

HZ. PEYGAMBER(s.a.s)’İN KABRİNDEN BEDENİNİN ÇALINMAK İSTENMESİ.

II. Abdülhamid zamanında, müzede sergilenmek üzere İngilizler tarafından, Hz. Muhammed(s.a.s.)’in mezarına alttan tunel kazarak mübarek bedenini çalmak için teşebbüste bulunulmuştur. II. Abdülhamid, gizli hafiyeleri marifetiyle bu teşebbüsü öğrenmiş ve tuneli buldurarak olayı önlemiştir. Bu olaydan sonra, Hz. Muhammed(s.a.s)’in mezarının kenarları betonla çevrilip doldurulmuştur.( Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed, Akis Kitap s.22)

 

HZ. MUHAMMED(s.a.s.)’İN YATAĞI.

Hz. Muhammed (s.a.s), oldukça sade bir evde yaşıyordu. Bir gün Hz.Ömer evini ziyarete gelmişti.Yerde hasırın üzerinde yatan Hz. Peygamberin Efendimizin yüzünde hasırın yaptığı izleri görünce birden ağlamaya başladı.Hz. Peygamber, Ömer’e neden ağladığını sorduğunda: “Neden ağlamayayım, şu hasır yanağında iz bırakmış. İran Şahı, Rum imparatoru saraylarında nimetler içinde yüzerken, Allah’ın sevgili kulu sen nasıl yaşıyorsun?.” diye cevap vermişti Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Ömer, istemez misin, dünya onların, ahiret de bizim olsun!” buyurmuştu.( Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed, Akis Kitap s.18)

 

. ŞEHİTLİK VE GAZİLİK:

Şehitlik, Allah yolunda, yani kişisel hiçbir çıkar düşünmeksizin vatan yahut kutsal değerler için canını feda etmektir. Bu idealler için çarpışırken ölen kişiye şehit; sağ kalana da gazi denir.

                İnsanların uhrevî hayatta da çeşitli dereceler, türlü rütbeler vardır. Rütbelerin en üstünü, Yüce Allah’ın Müslümanlar için verdiği şehitlik ve gaziliktir. Çünkü şehitler ölümsüzlük mertebesine ulaşırlar ve Allah’ın katında diridirler: “Allah yolunda öldürülenlere-ölüdürler- demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.”(Bakara, 154). İstiklâl Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale şehitlerimiz için yazdığı şiirinde ne güzel söylemiş:

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber!

   

MUNAFIKLIK

Munafık; mümin olmadığı halde küfrünü gizleyerek kendisini mümin gibi gösteren; kalben inanmadığı halde inkâr ettiğini gizleyip diliyle inandığını söyleyerek mümin görünen; imânı kalplerine tam olarak yerleştirememiş, bu konuda kararsızlık ve tutarsızlık gösteren kişilerdir. “İnsanlardan, inanmadıkları halde , ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ diyenler de vardır” ( Bakara,2/8). Peygamber Efendimiz(s.a.s.) münafıkların konuştuklarında yalan söylediklerini; verdikleri sözde durmadıklarını; emanete hıyanetlik ettiklerini bildirmiş ve dini tebliğ görevinde kâfirlerle olduğu kadar münafıklarla da mücadele etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de de münafık olan kişiler, “…kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanlar…”(Maide,5/52) olarak nitelendirilmişlerdir.

Münafıkların en belirgin özelliği yalancılıktır. Yaptıklarında samimi olmadıkları için de riyakârdırlar. Münafıklar insanların temiz duygularını istismar ederler. Laf getirip götürmek ve topluma fitne-nifak tohumlarını ekmek; söz verdiklerinde sözünde durmamak, emanete hıyanetlik etmek onların belirgin vasfıdır. Bunların en bariz özellikleri de inanmadıkları için aslında kılmadıkları halde tanınmamak için durdukları namazda da içten ve samimi olmamalarıdır.

 

AZİZ MAHMUT HÜDAYÎ HAZRETLERİNİN DAVRANIŞI.

Konumuzla ilgisi nedeniyle, yeri gelmişken Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin yaşadığı, herkesce bilinen bir olayı hatırlatmak isterim: Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri Bursa Kadısı iken Oradaki Üftade Hazretlerinin Dergâhına mürit olarak girer. Talebeliği sırasında nefsini olgunlaştırmak için sırmalı ve gösterişli kadı elbisesi ile sokaklarda taze ciğer satar. Bu sıralarda bir gün Üftade Hazretleri, bütün talebelerini toplayarak bir görev verir: Hiç kimsenin olmadığı, kimsenin görmediği bir yerde birer tane tavuk kesip getirmelerini söyler. Bütün talebeler kesilmiş tavukları ile gelirler. Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri elinde canlı tavuk ile çıkar gelir. Üftade Hazretleri tavuğu neden kesmeden getirdiğini sorduğunda: “ Efendim her yerleri aradım, fakat kimsenin olmadığı bir yer bulamadım. Nereye gittimse her yerde Allah Tealâ vardı.” diye cevap verir. Üftade Hazretleri, talebelerine: “ İçinizde, belirtmek istediğim mânâyı sadece Mahmut oğlum anlamış” der.

KOPARMASINLAR

İhtimamla büyüttüğüm ol gülümü,

Resûl’e vereceğim, koparmasınlar,

Dualarla ıslâh ettiğim dilimi,

Râbbimi öveceğim, koparmasınlar !

 

İlim-irfan yerine dert küpü oldum,

Zaman oldu çaresiz yollarda kaldım,

Hayatın gülzârında goncaydım soldum,

Râb’le dereceğim, koparmasınlar !

 

Tüm kafirler kesmek ister yolumu,

Cümle rakipler kırmak ister dalımı,

Daim Tanrıma açık iki elimi,

Garibe gereceğim, koparmasınlar !

 

Düşmanlarım hiç bırakmadı peşimi,

Her tehlikeye siper ettim döşümü,

Kerbelâ’da Hüseyin misali başımı,

Vâdemle öleceğim, koparmasınlar !

 

OYTAN Muammer, Kur’an âyetlerini,

Okuyup yüceltsin niyetlerini,

Kâbe’yi tavaf eden ayaklarımı,

Yeniden gideceğim, koparmasınlar !



ALLAH’IN SEVDİĞİ KULLAR KİMLERDİR?

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 12.04.2022 12:40:53 | Görüntüleme : 1879

Cenab-ı Allah, Kur’anı Kerim’de, tutum ve davranışlarıyla, hareketleriyle, kendisine karşı fiil ve işlemleriyle sevdiği ve sevmediği kullarını belirtmiştir.

 BİR AYET

O, hanginizin daha iyi amelde bulunacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yarattı. O, güçlüdür, bağışlayandır.!” (Mülk,67/2).

 

BİR HADİS

Benim bu Medine Mescidimde kılınan bir rekat namaz,  Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan  bin rekat namazından hayırlıdır…” 

-ALLAH’IN SEVDİĞİ KULLAR  KİMLERDİR?

Cenab-ı Allah, Kur’anı Kerim’de, tutum ve davranışlarıyla, hareketleriyle, kendisine karşı fiil ve işlemleriyle sevdiği ve sevmediği kullarını belirtmiştir.

 

Sevdiği kullar şunlardır:

1-Allah, sabredenleri sever(Âl-i İmrân,3/146): Bu nedenle insanın, hayatın bir imtihan; dünyanın bir imtihan yeri olduğu bilinci içinde, karşılaştığımız zorluklara sabredip sükûneti tercih edelim.

2-Allah, çok tövbe edenleri sever( Bakara, 2/222): Bu nedenle Rabbimize teslimiyetimizi, günahlarımıza pişmanlığımızı sık sık dile getirip O’nun engin ve zengin merhametine sığınalım. Her tövbenin adeta hayata yeni bir başlangıç olduğunu unutmayalım.

3-Allah, kendisine tevekkül edenleri sever ( Âl-i İmrân,3/159):  Bu nedenle, her türlü işlem, eylem, tutum, davranışlarımızı tam olarak yerine getirdikten sonra “Allah bize yeter! O ne güzel vekildir!” diyerek O’na tevekkül edelim; güvenelim; rahmet ve inayetinden ümit kesmeyelim.

4-Allah, adil olanları, adil davrananları sever( Hucurat, 49/9): Bu nedenle alış-verişlerimizde, herkese karşı davranışlarımızda adaletli olalım. Adalet, mülkün temelidir; adalet güven ve huzurun anahtarıdır; insanca bir yaşamın olmazsa olmazıdır.

5-Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları sever (Tevbe,9/4): Bu nedenle, her zaman görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmamız ve o şekilde davranmamız; hayatımızın ve yaratılışımızın gaye ve hikmetine uygun yaşamamız gerekir.

6-Allah, iyilik yapanları sever (Âl-i İmrân,3/134): Bu nedenle, muhtaçlara, düşkünlere, zor durumda olanlara; maddi veya manevî ihtiyacı olanlara iyilik yapmalı; yardıma koşmalıyız.

7-Allah, maddi ve manevî çok temiz olanları sever (Tövbe,)/108):Temizlik, çevre temizliği, insanın bünyesel temizliği ve kalp temizliği olarak kısımlara ayrılır. Bu yönlerden temizliğe çok dikkat etmemiz; özellikle kalbimizi manen çok temiz tutmalıyız.

8-Allah,Muhsinleri(Bakara, 2/95);güzel davrananları (Âl-i İmrân,3/148); Resulüne uyanları(Âl-i İmrân,3/31); Takva sahiplerini (Âl-i İmrân,3/76); Allah yolunda çalışanları (Saff,61/4) sevdiğini bildirmekte ve sevdiği kullarına: “ İyi biliniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de !”(Yunus, 10/62) müjdesini vermektedir.

 

ALLAH’IN SEVMEDİĞİ KULLARI KİMLERDİR?

                               Geçen hafta Cuma sohbetimizde Kur’anı Kerim’e göre Allah’ın sevdiği kulların kimler olduğunu açıklamıştık. Bu haftaki Cuma sohbetimizde de yine tabii Kur’an ayetlerine göre Rabbimizin sevmediği kulların kimler olduğunu açıklamaya çalışacağız.

1-Allah, övünenleri, kibirlenenleri, böbürlenenleri sevmez (Nisâ,4/36): Kibir, gurur kendisini başkasından üstün görmek anlamına gelmektedir.  Kutsal kitabımız, kötü duygu ve düşüncelerin ruhu bozup insanı iyiliklerden ve doğru yoldan saptırdığından bahseder. Bu nedenle insanın mütevazi olması, başkalarına değer vermesi, saygılı olması gerekir.

2-Allah zalimleri sevmez(Âl-i İmrân, 3/57): Zira zulüm, en büyük günahlardandır; hak ve hukuku ayaklar altına almaktır, O halde her daim zalimin karşısında mazlumun yanında olmalıyız.

3-Allah israf edenleri sevmez(En’am,6/14): O halde Allah’ın verdiği nimetleri; sahip olduğumuz kazanımları saçıp savurmaktan, ölçüsüzce harcamaktan sakınmalıyız.

4-Allah bozguncuları sevmez(Mâide, 5/64): Toplum huzur içinde olmadıkça bundan kişiler de etkilenir. O halde toplum olarak birlik ve beraberlik içinde, kardeşlik ve muhabbet içinde, huzur ve selamet içinde yaşamaya özen göstermeli, bu değerlerimize sahip çıkmalıyız.

5-Allah, hainlik ve nankörlük edenleri sevmez (Hacc,22/38) : O halde bize düşen, her türlü ihanetten, ikiyüzlülükten, aldatmaktan ve nankörlük etmekten uzak durmaktır.

6-Allah küfürde ve günahta ısrar edenleri sevmez (Âl-i İmrân,3/32) O halde bizler, Rabbimizin sayısız lütfuna, bizlere yapılan iyiliklere, verilen nimetlere daima şükretmeli; nankörlük etmemeli; günahtan kaçınmalıyız.

7-Allah, haddi aşanları, taşkınlık yapanları sevmez (A’râf,7/55) : O halde bizler, her şeye olumlu yönden bakmalıyız; yıkıcı ve bölücü olmaktan, huzursuzluk çıkarmaktan uzak durmalıyız.

ANA-BABA HAKKI

Enesb. Mâlik’in anlattığına göre Peygamber Efendimiz zamanında Alkame adında gayet çalışkan ve iyilik sever bir genç vardı.Bir gün hastalandı, bir gün hastalığı ağırlaşınca eşi, Peygamberimize gelip: “Kocam koma halindedir, durumu size bildirmek istedim.” Dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, Bilâl’i, Selman’ı ve Ammar’ı çağırarak kendilerine : “Gidin, Alkame’in ne halde olduğunu görün.”buyurdu. Onlar da varıp Alkame’ye “Lâ İlâhe İllallah!” demesini istediler; fakat Alkame’ nin dili dönmüyordu. Bilâl gelip durumu bildirince Peygamberimiz: “Alkame’nin anası-babası sağ mı?”diye sordu. Babasının öldüğünü, yaşlı bir anasının olduğunu söylediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Yâ Bilâl, hemen Alkame’nin annesine var, benim selâmımı söyle;eğer buraya  gelebiliyorsa gelsin,yoksa benim O’nun yanına gitmeme izin versin.” Buyurdu. Bilâl varıp durumu bildirince Kadın: “Canım O’nun yoluna feda olsun, benim O’nun yanına gitmem gerekir.” Dedi ve geldi.

Peygamberimiz :

-“Şimdi soracağım sorulara doğru cevap ver, eğer yalan söylersen bana vahiy gelir. Oğlun Alkame nasıl bir insandır?” diye sordu .Kadın şu cevabı verdi:

-Yâ Resulallah, şöyle şöyle namaz kılar, şöyle şöyle oruç tutar ve ne ağırlığını ne de sayısını bilmediği kadar çok miktarda altını sadaka olarak dağıtırdı”. Bunun üzerine Peygamberimiz Kadına:

-Peki, ikinizin arası nasıldı? Diye sordu. Kadın:

-Ben O’nunla küstüm, kendisine kırgındım. Çünkü O, karısını bana tercih edip O’nun sözünü dinler, benim dediklerime bakmazdı.” Dedi. Kadının bu sözleri üzerine Peygamberimiz:

- Alkame, annesinin kalbini kırdığı için dili ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyemedi.Bilâl, git bir yığın odun hazırla da onları tutuşturup Alkame’yi ateşe atalım!” dedi. Peygamberimizin bu emrini duyan Kadın:

- Yâ Resûlallah yavrumu, gönül meyvamı gözümün önünde yakacaksın da kalbim buna nasıl dayanabilecek?” dedi. Peygamberimiz de:

Ey Alkame’nin annesi, Allah’ın azabı daha ağır ve süreklidir. Eğer Allah’ın onu affetmesini istiyorsan O’ndan razı ol. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sen O’nunla barışmadıkça ne namazın ne de sadakanın O’na hiçbir faydası olmaz.” Buyurdu.Bunun üzerine Kadın:

-Yâ Resûlullah, gerek Allah, gerek sen ve gerekse yanımızdakiler şâhid olsun ki ben Alkame’den razıyım; O’na karşı içimde hiçbir kırgınlığım yoktur!” dedi. Kadının bu sözleri üzerine Peygamberimiz:

-Yâ Bilâl, git bak bakalım, Alkame, ‘ Lâ İlâhe İllallah’ diyebiliyor mu? Belki de annesi, yüzü bana karşı tutmadığı için, içinden gelmediği halde bu sözleri söylemiştir” buyurdu.

Bilâl evin kapısına varınca Alkame’in ‘Lâ İlâhe İllallah’ diyen sesini duydu. Aynı gün Alkame öldü.” (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.120)

MERHAMET VE ŞEFKAT.

Ebû Hureyre’nin rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Adamın biri bir yolculuk esnasında bir ara susamışken önüne çıkan bir kuyuya indi, susuzluğunu gidererek yukarı çıktı. Fakat yukarı çıkınca asıl sususzluktan soluyup toprak yiyen bir köpekle karşılaştı.İçinden ‘ az önce ben nasıl susuzluk çekiyor idiysem, şimdi de bu köpek aynı şekilde susuzluktan yanıyor’ diyerek tekrar kuyuya indi, pabucuna su doldurdu ve onu dişleri arasına sıkıştırarak yukarı çıkarıp köpeğe su verdi, arkasından da Allah’a şükretti. Bu yüzden de Allah O’nun günahlarını affetti.”(Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.353)

PEYGAMBERİMİZİN KÖTÜLÜĞE KARŞI SABRI.

 

Kötü davranışlara karşı Peygamberimizin ne kadar sabırlı olduğunu İbn-i Mes’ut şu olayla anlatmıştır: “Bir defasında Peygamberimiz Kâbe’nin yanında namaz kılıyordu. O sırada Ebu Cehil ve adamları orada oturuyorlardı. Bir gün önce orada bir deve kesilmişti. Ebu Cehil-Allah’ın lâneti üzerine olsun- “Hanginiz şu deve işkembesini kaldırır ve Muhammed secdeye varınca onu ensesine atıverir.?” dedi. Bu söz üzerine en mel’unları fırlayıp işkembeyi secdedeki Peygamberimizin boynuna atıverdi. Arkasından kahkaha ile hep beraber güldüler. O sırada ben ayakta duruyor ve olup bitenleri seyrediyordum. İçimden: “Keşke cesaretim olsa da işkembeyi onun üzerinden atabilsem ”dedim. Peygamberimiz ise hiçbir şey olmamış gibi secdesine devam ediyordu. O sırada bir adam koşup durumu Fatıma’ya bildirdi. Fatıma o sırada küçük bir kız olmasına rağmen koşarak geldi ve işkembeyi babasının boynundan atıverdi; arkasından da Ebu Cehil ve adamlarına ağır sözlerle çıkıştı. Peygamberimiz, namazı bitince üç defa yüksek sesle: “Allah’ım, kureyşlileri sana havale ediyorum! Allah’ım, Ebu Cehil’i, Ukbe’yi, Utbe’yi, Şeybe’yi sana havale ediyorum !” diye onlara beddua etti. Allah’a yemin ederim ki, Peygamberimizin adlarını saydığı bu kimseleri Bedir Savaşı sırasında kendi gözlerimle ölüler arasında gördüm.”( Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.240)

 

HZ. PEYGAMBERİN(s.a.s.) MEDİNE’de VERDİĞİ İLK CUMA HUTBESİ:

İbn Cerir, Sa’id b. Abdurrahman’dan şöyle rivayet etmektedir: ‘ Hamd Allah’a olsun.Allah’a hamd eder, O’ndan yardım talep ederim. O’ndan mağfiret talep eder, O’ndan hidayet dilerim. O’na iman ediyor, O’nu inkâr etmiyorum. Allah’ı inkâr edene düşman olurum! Hiçbir ortağı olmayıp tek olan Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah, Muhammed’i, hidayet, İslâm ruhu, nasihat için peygamberler zincirinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapıttığı, zamanın kesildiği, kıyametin yaklaştığı, ölümün yaklaştığı bir dönemde göndermiştir. Kim Allah’a ve resûlüne itaat ederse doğru yapmış, kim onlara isyan ederse sapıtmış, haddi aşmış ve büyük bir delâletle sapıtmıştır… Allah’ın sizi alıkoyduğu şeylerden sakınınız. Nasihat olarak, zikir olarak bundan daha faziletlisi yoktur. Takva, Allah’tan korkarak amel eden kişi için ahreti kazanma hususunda büyük bir yardımdır. Kim Allah ile arasındaki bağı gizli olsun aşikâr olsun her durumda sağlam tutup bunu sırf Allah rızası için yaparsa bu onun için dünya hayatında güzel bir zikir; insanın amellere muhtaç olduğu ahiret hayatı için de bir azıktır… Allah kullarına karşı çok şefkatlidir. Allah sözünde doğru, verdiği sözünü hızlı bir şekilde yerine getiren, asla sözünden dönmeyen bir Zattır…Takva kişiyi Allah’ın azabından korur. Takva yüzleri nurlandırır, Rabbini razı eder, dereceleri yükseltir. O halde payınızı alın… Allah’ın size ihsanda bulunduğu gibi siz de iyilik yapın. Allah’ın düşmanlarına düşmanlık besleyin, hakkıyla Allah yolunda cihad edin. Sizi seçen ve size Müslüman ismini veren O’dur. Güç ve kuvvet sadece Allah’ındır. Allah’ı çok zikredin. Güç, kuvvet sadece büyük olan Allah’ındır!’”(Hayatü’s Sahabe,s.214)

OLASIM  GELİR !

Kâbe duvarında bir taş,

Olasım gelir ey gönül,

Semâlarda özgür bir kuş,

Uçasım gelir ey gönül!

           

İlâhî örgü bir nakış,

Tanrıya aşık bir bakış,

Gönüller arası akış,

Akasım gelir ey gönül!

 

Hülle biçilen ol kumaş,

Kırklar Meclisindeki baş,

Gözlerden akan inci yaş,

Olasım gelir ey gönül!

           

Seherde zikreden bülbül,

Miraç’a çıkaran Düldül,

Resûl’ün sevdiği ol gül,

Kokasım gelir ey gönül !

 

Cennet’e giden zarfta pul,

Kâbe’de serili bir çul,

Muteberce sâlih bir kul,

Olasım gelir ey gönül!

           

Sevgi, saygı, sohbet olup,

Hasret ve muhabbet olup,

OYTAN Muammer’in kalbine,

Dolasım gelir ey gönül!

 



Kâbe-i Muazzama

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 11.04.2022 08:38:28 | Görüntüleme : 1451

Kur’an-ı kerim’in ifadesiyle, “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’ de hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.(Âl-i İmrân,3/96). Kâbe, Cenab-ı Allah’ın ‘Evim’ dediği tek yerdir, tek yapıdır

 BİR AYET

“De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.!(Zümer, 39/53).

BİR  HADİS

: “Günahından tövbe eden sanki hiç günah işlememiş gibidir.!”( İbn

:“…Rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) temiz tutun”(Bakara, 2/125),  Müminlerin Kıblesi olan Kâbe-i Muazzama, Cenab-ı Hakkın, Kur’an’da, “secde et ve yaklaş !” buyruğu ile ikamesini emrettiği namaz ibadetinin istikamet hedefidir. Aynı zamanda, bütün Müslümanların müştereken teveccüh ettiği nokta, yani İslam dünyasının nabzının attığı yerdir.   Hz. İbrâhim ve oğlu Hz. İsmail Kâbe’yi harçsız olarak üst üste konulan taşlardan, üstü açık olarak inşa etmişlerdi. Kâbe, dört köşeli, üstü kapalı, penceresiz, yüksekçe bir binadır.Bu sadeliğiyle en süslü saraylardan, en güzel mimariye sahip evlerden bile daha cazip görünür.Kâbe, asırlar boyunca bir çok kez inşa ve tamir edilmiştir. Bunların en önemlisi, Mekke ve Kâbe’nin tarihi açısından olduğu kadar, Hz. Muhammed (s.a.s.) ’in şahsiyeti bakımından da büyük ehemmiyet taşıyan ve 605 yılında Kureyşliler tarafından gerçekleştirilmiş olanıdır. Hz. Muhammed bu inşaatta, amcası Abbas ile birlikte taş taşıyarak bu faaliyete bizzat katılmış ve Hacerül Esved’i yerine koyma şerefini paylaşamayan Kureyş kabileleri arasında hakemlik yaparak muhtemel bir çatışmayı önlemiştir. Yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki temeller üzerine inşa edilen Kâbe’nin dıştan dışa 10,70 x 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde, duvarları 1,25 m. kalınlığında, üzeri çatısız, düz tavanla kapalı olup, dış yüzlerinde Mekke’nin çevresindeki dağlardan getirilen bazalt parçalardan oluşan değişik boyutlarda 1614 adet taş yer alır (Hicaz Albümü, s.22-23).Bir ilahî aşk şiirimizde Kâbe hakkındaki duygumuzu şu şekilde ifade etmiştik:

 

Kâbe’de tekbirler Arş’a dek ağar,

Yirmi dört saat üstüne nur yağar,

Milyarlarca gönül bu Eve sığar,

Hacer- ül Esved’e yüzler sürülür

 

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Üç mescid dışında herhengi bir mescidde ibadet yapmak için yolculuk yapılmaz: Benim Mescidim, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa…” buyurmuştur.

            Kâbe’ye, Allah (c.c. ), her gün 120 rahmet indirir. Bu rahmetin yeryüzünde bu kadar sayıda indiği tek şehir Mekke’dir. İnen bu rahmet-i İlâhinin 60’ı tavaf edenler, 40’ı namaz kılanlar, 20’si ise Kâbe-i Muazzamayı seyredenler içindir.(Kenzül Umman.)

            Hz. Peygamber Efendimiz, Hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

Her kim Allah teala’nın beyti Kâbe’ye iman ederek, ecrini Allah’tan (c.c.) bekleyerek ve tasdik ederek bakarsa, geçmiş ve gelecek günahları bağışlanır. Kıyamet gününde Allah’ın (c.c.) azabından güvende olanlar arasında haşrolur.” (Diyanet İslam Ansiklopedisi.)

Mescid-i Haramda namaz, yüz bin namaza mukabildir. Şayet o namazı cemaatle kılarsa o namaz bir milyon kat namaza mukabildir.”

“Yeryüzünde, kendisinde tavafın, haccın, umrenin bulunduğu Mekke’den başka mekân yoktur.”(Diyanet Ansiklopedisi)

“Kim Mekke’de bir gün hastalanırsa, Allah Teala, O’na diğer beldelerde işlenen 60 yıllık salih amel yazar.”( Diyanet Ansiklopedisi)

Kim Mekke’de hastalanırsa, Allah Teala, O’nun bedenini, etini Cehenneme haram kılar.” (Diyanet Ansiklopedisi)

           

ADALETLİ DAVRANMAK.

Adaletli davranmak; alış-verişte, ölçüde, tartıda muhatabını aldatmamak;  terazi kullanmada hile yapmamak demektir. Kur’ân-ı Kerim, terazinin doğru kullanılması konusuna çok büyük önem arz etmektedir. Adaletli davranmak düsturu en çok da alış-verişte, tartıda-terazide kendini göstermekte, önem arz etmektedir. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın”(Rahmân,55/9). “… Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin…”(Hûd,11/85). “…Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın…”(En’am,6/152)

Kişinin malî haklarının korunması, aldanmaması için ölçü ve tartının doğru yapılması gerekmektedir. Çünkü karşılıklı olarak hakkın zâyi olmaması karşı tarafa duyulan kin ve öfke duygularının yok edilmesi bu iki hususa riayet etmekle mümkün olur. Toplum içinde teraziyi doğru ölçenler daima takdir toplamıştır; doğru ölçmek-tartmak hayırlı bir iştir; dünyada zengin olmaya, ahrette de sevap kazanmaya vesile olur. Ölçü ve tartıyı doğru yapmak dinî bir emir, eksik yapmak ise büyük bir günah sayılmıştır.Cenab-ı  Hak, ölçüyü eksiksiz, tam yapmamızı, tartıyı da zulüm ve haksızlığa sapmadan adaletle yapmamızı emretmiştir. İnsanları doğru ölçü ve tartıya riayet edip hileli davranışlardan alıkoyacak en büyük faktör ise, hiç şüphesiz ahiret inancıdır. Ahrette hesap, ceza ve mükâfata kesin olarak inananlar  asla böyle aldatmalara cesaret edemezler.(Dr.Ercan Eser, Ölçü ve Tartıyı Doğru Yapmak Hayırlı İşlerdendir, Kur’ân’dan Öğütle 2, D.İ.B.Yayını , s.237). “…Allahın bıraktığı helâl kazanç sizin için daha hayırlıdır…”(Hûd,11/86).  “Ölçtüğünüzde ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.” (İsrâ, 17/35)

 

İNSANA ŞEYTANIN MUSALLAT OLMASI

Beybazıd-ı Bestami Hz. Mekke’ye hacca gider; Kâbe-i Muazzama’yı tavaf eder, Hac farizesini tamamlar; Kâbe’nin duvarına dayanmış dua etmekte iken, elinde bir çok yular ile bir kişiyi görür. Bunun şeytan olduğunu  anlar ve :

-Sen ne arıyorsun burada; Allah’ın evinde ne işin var? diye sorar. İblis:

- Ben tekkede de Mekkede de bulunurum; benimkiler tavaf ediyorlar da onları bekliyorum der. Beyazıd-ı Besatami Hz. :

- Ben de var mıyım onların içinde?  diye sorar.Şeytan gülümseyerek, küçümseyerek bakar ve :

- Sen onların içinde yoksun; ben sana yularsız da binerim der.

            Beyazıd-ı Bestami Hz., Haccını ifa ettikten sonra köyüne gitmek üzere yola revan olur. Bir yerde konaklar, akan suyun kenarında dinlenir. Bakar ki yan tarafta bir ağacın altında oturan ak sakallı, ihtiyar birisi oturuyor. Selam verir ve burada ne yaptığını sorar. Yaşlı adam:

- Hacdan geliyorum, köyüme dönüyorum, fakat gözlerim iyi görmüyor, şu dereyi geçemiyorum  der. Beyazıd-ı Bestami kendisine yardım edebileceğini söyler ve sırtına bindirip dereyi geçirmeye başlar. Tam derenin ortasına geldiği zaman, sırtındaki seslenir:

- Ben sana yularsız da binerim dememiş miydim ?.

 

KİBİRLİ, GURURLU OLMAK

            İnsan ahlâkını oluşturan huylar iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayrılır. Güzel ve iyi huyların arasında tevazu, doğruluk, sabır, cesaret, emanete riayet, nimete ve iyiliğe karşı şükür, yumuşaklık, sevgi, merhamet, cömertlik gibi övülen tavır ve davranışlar sayılabilir. Kötü huylar arasında ise kibir, gazap, zulüm, gaflet, haset, yalancılık, iki yüzlülük, iyiliği başa kakma, riya, kendini beğenme gibi yerilen duygu ve tavırlar sayılabilir. Yüce Kitabımızın yerdiği kötü huylardan birisi de “kibir ve gururdur”.(Dr.Zafer Koç, Kibir ve Gurur, İnsanı Helake Sürükler, Kur’ân’dan Öğütler 2, D.İ.B.Yayını, s. 98)

            Kibir; büyüklenmek, gururlanmak, kendini başkasından üstün görmek ve başkasına itibar etmeyip onu yok saymak anlamına gelmektedir. Kutsal Kitabımız, kötü duygu ve düşüncelerin ruhu bozup insanı iyiliklerden ve doğru yoldan saptırdığından sıkça bahseder. Hatta bu kötü duyguların, demirin paslandığı gibi kalbi paslandırdığını ve bir zaman sonra gerçeği göremez hale getirdiğini belirtir.Eğer Yüce Allah’ın sevgisine ulaşmak istiyorsak, kalbimizdeki tüm kötü duygu ve düşüncelerden sıyrılmamız ve arınmış bir kalple Allah’ın huzuruna çıkmamız gerekir ( Dr.Zafer Koç, a.g.m.,s .99-100). İnsanlara surat asmak, kendini büyük, başkalarını küçük görmek, küçümsemek, övünmek iyi bir şey değildir.Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.”( Lokmân, 31/18)

-“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın boyca da dağlara asla erişemezsin.”(İsrâ,17/37)

 

PEYGAMBERİMİZİN BİNDİĞİ HAYVANLAR.

Hz. Peygamber(s.a.s.), ata binmeyi çok severdi. Bunun dışında deve, katır ve merkebe de binmiştir. Peygamberimize ait atın adı “Lahif”, merkebin adı “Afîr”, katırınki “Düldül” ve “Tiyye”, deveninki ise “Kusva” ve “Adba” idi. (Mevlâna Şiblî, a.g.e. s.23)

 

TAPTUK EMRE’den BİR SÖZ.

Yunus Emre Hazretlerinin Şeyhi Taptuk Emre Hazretleri şöyle buyuruyor:

Aşkla yürüyen sırtında dünya taşır; aşksız yürüyen, beden diye ceset taşır !”

 

LÂ İLÂHE İLLALLÂH DEMENİN FAZİLETİ:     

      Taberânî, el-Evsat adlı eserinde Zeyd b. Arkam’dan şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Peygamber, “Kim ihlâslı şekilde lâ ilâhe illallâh derse cennete girecektir.” dedi.

İhlâslı demekten kasıt nedir?” diye sorulduğunda: “Kelime-i tevhidi getirmesi, onu haramlardan koruyorsa ihlâslı şekilde demiş olur.buyurmuştur.(Hayatü’s Sahabe, s.99)

                Ebu Sa’id el Hudrî, Hz. Peygamber’den şöyle aktarmıştır: “Hz. Musa dedi ki: “Ey Rabbim, bana öyle bir şey öğret ki, onu zikredeyim, onunla sana dua edeyim! Allah da O’na, Lâ ilâhe İllallâh demesini söyledi. Hz. Musa, “Ya Rabbim tüm kulların bunu söylüyor, bana özgü bir şey söylemeni istiyorum” dedi. Allah(c.c.), “Ey Musa, şayet yedi sema ve yedi yer terazinin bir kefesinde olsa, Lâilâhe illallâh ayrı bir kefede olsa, lâilâhe illallâh daha ağır gelir.” buyurdu. (Nesâî, Amelu’l-yevm, s.834)

HUZURLU OL

Ömür geçsin doğru yolda,

Helal lokma aşın ile!

Yoktur gözün haram malda,

Huzurlu ol başın ile!.

 

Gönülden silelim kini,

Uzaklaştır şeytan-cini,

Yüceltelim kutsal dini,

Huzurlu ol eşin ile!.

 

Gözler daim ufka bakar,

Gönüller Kâbe’ye akar,

Kötülük hep yürek yakar,

Huzurlu ol işin ile!.

 

Sır tutmaya sırdaş gerek,

Yol gitmeye yoldaş gerek,

OYTAN için kardaş gerek,

Ara gözün-kaşın ile!.

 

KITA

İnsanı Allah için sevmek,

Râb rızası kapısın açar!

Allah rızası yüklü ruh,

Burak’la cennete uçar!



ALLAH’A TÖVBE-İSTİĞFAR ETMEK

Yazar : Misafir Kalem | Tarih : 1 yıl, 9 ay önce / 08.04.2022 09:26:23 | Görüntüleme : 1663

Tövbe; İnsanın işlediği günaha pişman olup günahı terk ettiğini, bir daha işlememeye azim ve kast eylediğini ve yapamadığı salih amelleri telâfi edeceğini Yüce Tanrı’ya arz etmesidir. Nasıl ibadet, hiçbir aracı ve ortak koşmadan her şeyin yaratıcısı olan sadece Yüce Allah’a yapılırsa, günahlar için tövbe de, ancak Cenab-ı Allah’a arz edilir.

 BİR AYET

- “  Allah’tan bağışlama dile ! Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır,  çok merhamet edendir!” (Nisâ,4/106)

                BİR HADİS

 “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” (Tırmizî) buyurmuştur.

 Cenab-ı Allah; “… Ey mü’minler ! Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz” (Nûr,24/31); “Ey iman edenler ! Allah’a içtenlikle tövbe edin…” (Tahrim,66/8); “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin…”( Hûd,11/90) buyruklarını vermiştir.

Müminler günah işledikleri zaman tövbe edip Allah’a lâyık kul olmaya gayret ederler. Tövbe etmek ise, geçmişte yapılan kötü işlerden bağışlanma dilemek, ardından yaptıklarından dolayı pişmanlık duymak ve geri kalan ömründe de Yüce Mevlâ’ya yönelmektir. (Dr.Abdurrahman Candan, Mü’minlerin Özellikleri, Kur’andan Öğütler 2, D.İ.B.Yayını s.188).Tövbe edip sonra tekrar hataya dönerek tövbesini bozanlar öncelikle kendilerine karşı samimi olamayanlardır; nefsine karşı sabrı başaramayan ve kendini aldatanlardır. Günah işlemek bir suçtur; ama tövbeye yanaşmamak, günahta ısrar etmek daha ağır bir suçtur. Günahların bağışlanması yönünde dua etmek ise Allah’ın bir emridir: Salih Peygamber’in dilinden bir çağrı ile “O’ndan bağışlanma dileyin; sonra da O’na tövbe edin.”diyor.(Hûd, 11/61).

İslâm hata işleyen bir insanın sonuna kadar günahkâr kalacağını kabul etmez. Pişmanlık duyup affedilmeyi isteyen, sonra da o günaha geri dönmeyen her günahkârın bağışlanma şansı vardır. Günahlardan kurtulup ilâhî affa ulaşmak için Kur’ân’ın önümüze koyduğu çözüm yolu ise, tövbe etmektir.: “Ey mü’minler, hep birlikte Allah’a tövbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz!”(Nûr, 24/31) Tövbe, aman dilemektir, Rabbimize el açıp bizi affetmesi için yalvarmak, yüzsuyu dökmektir. Bir dönüştür, yanlışlarla yüklü geçmişe bir kalem çekiştir tövbe ! Kur’ân’ın “ nasûh tövbe” diye adlandırdığı da samimi tövbedir.“Ey imân edenler ! Allah’a içtenlikle tövbe edin !”(Tahrîm, 66/8). Allah’a yönelip içtenlikle af dilemek insan için kurtuluş yolunu açacaktır. İslâmda Allah ile kulun arasına girerek günah çıkarmak yetkisine sahip aracı kişiler bulunması asla söz konusu değildir. Günahların affedilmesi üçüncü kişilerin tasarrufuna bırakılamaz. Herkes günahı için doğrudan Allah’a yalvarır ve taleplerini O’na bizzat yöneltir.( Doç.Dr.Halil Altuntaş,Duayı Anlamak, DİB .2012,s.33)

İnsanların en yanlış, en olumsuz yanı ve tutumu günahlarının karşısında hemen ümitsizliğe düşmeleri ve “ Artık günahkâr oldum, yapacak bir şey yok, telâfi edilemeyecek  kadar günaha battım v.b.” düşünerek daha çok günah işlemeye devam etmeleridir! Oysa zararın neresinden dönülse kârdır, ne kadar çabuk tövbe edilse o kadar iyidir. Dinimizde ümitsizliğe yer yoktur! Allah’a yönelip içtenlikle af dilemek insan için kurtuluş yolunu açacaktır. İslâmda Allah ile kulun arasına girerek günah çıkarmak yetkisine sahip aracı kişiler bulunması asla söz konusu değildir. Günahların affedilmesi üçüncü kişilerin tasarrufuna bırakılamaz. Herkes günahı için doğrudan Allah’a yalvarır ve taleplerini O’na bizzat yöneltir. “Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser!?”(Hicr, 15/56). Günahlarının çokluğu karşısında ümitsizliğe düşme eğilimini destekleyen etkenlerden birisi bilgisizliktir: Cenab-ı Allah’ın rahmetinin genişliğini, tövbe yolunun her zaman açık olduğunu bilmemektir. İkincisi ve daha önemli olan etken de şeytanın uygulayacağı yıldırma baskısıdır: “Bunca günahı işledikten sonra affedilmek mümkün mü? Nasıl olsa günahkârsın, hiç olmazsa bu dünyanın tadını çıkar, dilediğince yaşa!” şeklindeki vesveselerle kulun direncini kırmak şeytanın başvurduğu temel yöntemlerden birisidir. Bu sebeple dua ve tövbe eden kimse, şeytanın veveselerine aldırmadan duasının ve tövbesinin kabul edilip günahlarının bağışlanacağına inanmalıdır, ümit etmelidir. “Günahkârsan da ümidini kesme!” “Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir.”(Râ’d, 13/6).  Tabii, Hz. Peygamber Efendimiz de günahkâr olanlara son derecede büyük bir cesaret vermektedir: “Günahından tövbe eden sanki hiç günah işlememiş gibidir.!”( İbn Mâce’den zikreden, Halil Altuntaş, a.g.e. s.34). “Allah, can boğaza gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder!” (İ.GAZALİ,a.g.e. s.370) Halk arasında bir özdeyiş vardır: “Günahsız insan olmaz!” derler. Doğrudur! Hayat boyunca milyonlarca iş ve işlem yapıyoruz; yemek, içmek, gezmek, dolaşmak, yatmak, satmak, satın almak, görüşmek, konuşmak, iletişim kurmak, kızmak, kırmak, gönül yıkmak, isyan etmek, aldatmak gibi binlerce tutum ve davranışta bulunuyoruz. Bunların hepsinde haklı olmamız ve Cenab-ı Allah’ın rızasına uygun davranmış olmamız mümkün değildir. Hatalarımız var, günahlarımız var, taksirâtımız var! Bunlar var diye ümitsizliğe düşmeye de yer yok! Ancak, bir an önce de tüm günahlarımız için tövbe etmeliyiz; Allah Tealâ’dan af dilemeliyiz:

İnsanların işlediği günahlar iki kısımdır:

Bir kısmı alkollü içki içmek gibi, kul hakkı ile ilgili olmayan, yalnız Allah’a karşı işlenmiş günahlardır. Bu tür günahlara tövbe etmek, dil ile, kalp ile ve günahı işleyen organ ile birlikte yapılmalıdır. Yani:

* Dil tövbeyi ifade edecek,

*Kalp, günahı işlemiş olmaktan pişmanlık duyacak, bir daha bu günahı işlememeye azmedip karar verecek;

* Organ ise o günahı işlemekten vazgeçecek, eyleme son verecektir.

Hacca gidenlerin, usulüne uygun şekilde Hacı olanların yahut da usulüne göre umre yapanların affedilmiş olduğu vaat edilen günahlar, işte bu tür günahlardır; yani Cenab-ı Allah’a karşı işlenmiş olan günahlardır.

Günahın diğer bir kısmı ise, bir kişinin hakkını vermemekte, hakkına tecavüz etmekte, hırsızlık yapmakta olduğu gibi, insan hakkı-kul hakkı ile ilgili olan günahlardır. Bu gibi günahlardan tövbe etmenin, kurtulmanın yolu, yukarıdaki üç şarta ilâveten, hak sahibine hakkını vermek ve ondan helâllik almak, helâlleşmektir.

Mağfiret dileme ve tövbe etme, yukarıda yazdığımıza benzer tövbe şeklinin dışında pratik olarak da, tespih çekerek aşağıdakiler gibi de yapılabilir:

     “ Esteğfurullâhe’l-azîme ve etûbü ileyh =Yüce Allahtan mağfiret diler ve O’na tövbe ederim !”

“Esteğfurullâhe ve etûbü ileyh =Allahtan mağfiret diler ve O’na tövbe ederim”

     şeklinde tespih çekilerek yapılır; veya yalnızca “Esteğfurullâh ! “ diyerek tespih çekilerek yapılabilir..

                Hz.Peygamber Efendimiz :

-“ Ey insanlar ! Allah’a tövbe edin. Ben günde yüz kere Allah’a tövbe ediyorum !.”(Müslim, Zikir,42.III.2075; İbn Mâce, Edeb, 57)

-“Vallahi ben günde yüz  defa Allah’tan mağfiret diliyorum !.” (Müslim, Zikir,41.III.2075; Buhari, Daavât,  3) buyurmuştur. Her türlü günahtan arınmış olan Hz. Peygamber Efendimizin bu kadar tövbe etmesine karşı, biz aciz ve günahkâr kulların da en az günde bu kadar tövbe etmemiz gerekmez mi?

 

HAK TEALÂ’NIN ASLA BAĞIŞLAMADIĞI GÜNAH: ŞİRK GÜNAHI

 

Tevhid ilkesinin ve tek Allah’a inanmanın tersi-zıddı da Allah’a şirk koşmaktır.

Şirk, Allah’ın yanında, O’na denk olan başka ilâhlar olduğuna inanmaktır. Bu inanış İslâm dinine tamamen aykırıdır, dinden çıkmaktır; Cenab-ı Allah’ın asla affetmeyeceği, belki de tek affetmeyeceği en büyük günahı işlemektir! “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın… !”( Nisa,4/36). Allah’a başkasını ortak koşmak(Şirk), birisi inançta, diğeri amelde ve davranışta olmak üzere iki çeşittir. İnançta şirk, Allah’tan başka bir varkığın tanrı olduğuna veya Allah’a mahsus sıfatlardan bir kısmını taşıdığına inanmakla olur. Amelde şirk ise, ibadeti ve kulluğu Allah’a tahsis edip yalnız O’nun için yapacak yerde başka varlıkları da O’na ortak kılmakla gerçekleşir. Kur’an’ı Kerimin bir çok ayetinde kibir, cimrilik, gösteriş yapma duygu ve eylemleri kınanmaktadır. Bunun sebeplerinden birisi de bu duygu ve eylemlerde iki çeşit şirkin izlerinin bulunmasıdır.

  “ Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz ! Bunun dışında dilediğini mağfiret buyurur. Kim Allah’a ortak koşarsa pek büyük bir günah işlemiş olur ve iftira etmiş olduğunda şüphe yoktur!”( Nisa,4/48

 

GÖNÜL GÖZÜ İLE GÖRMEK.

İnancı olmayanların sorunu inkârcılıktır; imân edenlerin bazılarının sorunu da düşünmemek, tefekkür etmemek, gönül gözü ile görmemektir, dolayısıyla şükretmemektir:

Gönül gözü ile görse, ana rahmindeki bir bebeğe veya bir yumurta içindeki kuş yavrusuna can veren; bütün organlarını onun yaşayışına uygun bir şekilde inşa eden; her türün vücut organlarını ve yeteneklerini onun özel yaşantısına göre düzenleyen; görme, işitme, kendisine has lisanla konuşma, uçma, yüzme yeteneği veren Cenab-ı Allah’ın kudret, ilim ve hikmetinin sonsuzluğunu, kuşatıcılığını görecektir! Ve sarsılmaz bir imânla şükredecektir!Ancak, tekrar edelim ki, insanoğlu çoğunlukla düşünmemekte ve görmemektedir!. Cenab-ı Allah; yukarıda kısmen bahsettiğimiz ve doğadaki-yerdeki-gökteki-sudaki-havadaki ve bizzat insanın bünyesindeki mucizeleri, delilleri görmeyen, duymayan, anlamayanları “gafil” olarak nitelemekte ve bunları Cehennem için var ettiğini yemin ederek buyurmaktadır: “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını Cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”( A’râf, 7/179)

 

Kur’anı Kerim; akla, akıl etmeye, ibret almaya, düşünüp tefekkür etmeye çok değer vermektedir.

İslâm Akıl dinidir: Hristiyanlık, sadece îmân etme dini olduğu halde İslâm dini îmân etme ve akıl dinidir: Yukarıda belirtildiği üzere, İslâm, aklın, fikrin, idrakin yolundan gitme dinidir; düşünme, tefekkür etme dinidir. Cenab-ı Allah, Kur’anı kerimde 47 ayette, olayları, doğal oluşumları, gelişmeleri, davranışları, mucizeleri anlattıktan sonra çarpıcı bir şekilde sorular sorup insanoğlunu sarsmaktadır! Hatta bazı ayetlerde söz tutmadığı için insanı ağır şekilde azarlamaktadır:

“…Yaptığınızın çirkinliğini anlamıyor musunuz?”(Bakara,2/44)

“…(Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?”(Bakara,2/76)

“…O, diriltendir, öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takip etmesi de O’na aittir. Halâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Mü’minûn,23/80)

“…Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?” (Mü’minûn,23/85)

“…Halâ aklınızı kullanmıyor musunuz?”( Kasas,28/60)

“…Halâ görmeyecek misiniz?”(Kasas,28/72)

“…Halâ düşünüp ibret almayacak mısınız?”(Câsiye,45/23)

Şu halde, bu ayetlerin gereği olarak İnsanoğlunun Allah Tealâ’nın verdiği akıl ile düşünmesi, tefekkür etmesi ve şu sorulara cevap vermesi gerekir: Ben nereden geldim, nereye gidiyorum? Beni yaratan, canlı-cansız tüm varlıkları, sistemleri yaratan kimdir? Yaratılışın esası ve sebebi nedir? insanoğlunun, ortalama 60-70 sene gibi kısacık bir hayat için dünyaya getirilmesinin, yaşatılmasının sebebi-hikmeti nedir?

DÜNYA FANİ

Yıllar coşkun sel gibi

Hızla akıp geçiyor!

Ömür sert bir yel gibi,

Hayalleri biçiyor!

 

Yollar uzayıp gider,

Hedeflere ulaşır!

Saf inanç etki eder,

Temiz kalbe bulaşır!

 

Eller semaya açık,

Mevlâ’ya yakarıyor!

İstekleri ufacık,

Gönlünden çıkarıyor!

 

Seller gibi akacak,

Akın akın gidenler!

Her can ölüm tadacak,

Müjde: Kulluk edenler!

 

Diller hep tatlı tatlı,

Tüm yolları açıyor!

OYTAN’ım, ruh kanatlı,

Lâmekana uçuyor!