Günlük | : | 83 |
Haftalık | : | 849 |
Aylık | : | 4975 |
Toplam | : | 384055 |
Namaza şöyle niyet edilir:
“Yâ Rabbi, niyet ettim senin rıza-yı şerifin için namaza. Beni aff-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Kasvet-i kalbden, dünya ve ahiret sıkıntılarından halâs eyleyip saidler defterine kaydeyle.” Allâhü Ekber.
Her rekatta Fatiha’dan sonra 10 İhlâs-ı şerif okunur, iki rekatta bir selam verilerek 100 rekata tamamlanır.
Namazdan sonra; (Allâhü Teâlâ’nın “Hû” ism-i şerifinin ebced hesabına göre değeri 11 ve Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) isimlerinden “Tâhâ”nın ebced hesabıyla değeri de 14 olduğu için), aşağıdaki 11 şey 14’er adet okunur.
1. İstiğfar: 14 kere,
2. Selavât-ı şerife: 14 kere,
3. Fatiha-i şerife (Besmeleyle): 14 kere,
4. Ayetül-Kürsi (Besmeleyle): 14 kere,
5. Tevbe Suresi’nin son 2 ayeti olan “Lekad câeküm...” (Besmeleyle): 14 kere,
6. 14 kere “Yasin, Yasin...” dedikten sonra 1 Yasin-i şerif. (Yasin-i Şerifte 7 zahiri, 7 batıni “mübin” vardır, böylece o da 14 olur.)
7. İhlas-ı şerif (Besmeleyle): 14 kere,
8. Felak Suresi (Besmeleyle): 14 kere,
9. Nas Suresi (Besmeleyle): 14 kere,
10. “Sübhânellâhi vel-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azim”: 14 kere,
11. Selavat-ı şerife (Salât-ı Münciye okumak daha faziletlidir): 14 kere okunur ve dua
edilir.
Berat Kandilinizi tebrik ederim. Allah, ibadetlerimizi kabul eylesin.
İyilik, var oluşun temel gayesidir. İnsanı insan kılan değerlerin bütünüdür. Mümince bir duruşun, Müslüman'ca bir hayatın en tatlı meyvesidir. İyilik, bazı yüzlerin ağaracağı, bazılarının ise kararacağı günde yüz aydınlığıdır.
Bizi iki cihanda huzur ve mutluluğa ulaştıracak, bize Rabbimizin rızasını kazandıracak sayısız iyilik yolları vardır.
İyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman etmektir. Mal ve servetten yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaç sahiplerine harcamaktır. Namazı kılıp zekâtı vermek, verilen söze sadık kalmaktır. Darlıkta, hastalıkta ve zor zamanlarda yardımlaşmak, bollukta ve sağlıkta paylaşarak şükretmektir.
İyilik; samimi bir kul, hürmetkâr bir evlat, şefkatli bir anne baba, vefakâr bir eş olmaktır. Akrabalarımızın ve komşularımızın sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşmaktır. İyilik; mazlumun, kimsesizin, hastanın, yaşlının gönlüne dokunmaktır.
İyilik; güler yüzlü, güzel sözlü olmaktır. İnsanlara karşı affedici, hoşgörülü, adil davranmaktır. Şefkat ve merhameti, ihlas ve samimiyeti, hayâ ve iffeti, sabır ve vefâyı, hâsılı güzel ahlakı kuşanmaktır.
Öyleyse hiç vakit geçirmeden hayatımıza iyilikle anlam katalım. İyilikle fethedilmiş gönüller ve kazanılmış dualar biriktirelim. Elimiz, ihtiyaç sahibine şefkatle uzansın. Yüreğimiz, bir yalnızın yüreğine muhabbetle dokunsun. Gözlerimiz, ferini yitirmiş bir gözle merhametle buluşsun. Unutmayalım ki kötülük, ondan şikâyet etmekle değil, onun karşısında dimdik durmakla ve iyiliği
yaymakla engellenebilir. Ve iyilik, konuşulan, yazılan, okunan bir şey değildir. İyiliği yapabilmektir asıl olan
Ya Aişe! O öyle bir aydır ki, sene içinde vefat edeceklerin isimleri ölüm meleğine verilir. Ben de ismimin, oruçlu iken yazılıp verilmesini isterim.” buyurdular.
Ümmü Seleme (r.anhâ) validemiz, “Resulullah (s.a.v.), Ramazan ayından sonra hiçbir ayda Şaban ayındaki kadar oruç tutmamıştır.” buyurdular.
Resulullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Recep, Allâhü Teâlâ’nın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan, ümmetimin ayıdır. Şaban günahlara kefaret (bağışlanmasına sebep) olan aydır, Ramazan ise günahları temizleyen aydır.”
Bu ay, hayır kapılarının açılacağı, bereketin indirileceği, hatâların terk edileceği, günahların bağışlanacağı ve yaratılmışların en hayırlısı olan Resulullah’a (s.a.v.) çokça salavatın getirileceği bir aydır.
Müminlerin bu ayda gafletten uyanmaları, geçmişte işledikleri günahlardan dolayı tevbe edip temizlenerek Ramazan-ı şerif ayına hazırlanmaları gerekir.
Bu ayda Hz. Allah’a yalvarıp yakarmalı, ayın sahibi olan Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) vesile kılarak Hz. Allah’a yaklaşmaya çalışmalıdır. Bunları sonra yaparım diyerek tehir etmemeli, geciktirmemelidir. Zira dünya üç günden ibarettir. Biri, dündür, geçmiştir; ibret alınacak gündür. Diğeri bugündür, amel etme günüdür; ganimet bilip
değerlendirmelidir. Diğeri de, yarındır ki, bu bir ümittir. Yarına çıkıp çıkamayacağını bilemezsin.
Aylar da böyledir. Recep geçmiştir, tekrar dönmez. Ramazan-ı şerif ayı gelecektir, fakat ona kavuşup kavuşamayacağını bilemezsin. Şaban ise iki ay arasında bir vasıtadır. Bu ayda ibadetle meşgul olmayı ganimet bilmek icap eder. (Gunyetüt-Talibin)
Baba neden öyle diyorsun dediğimde, oğlum benim yanımda her zaman çocuksun diyerek gülerdi. Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerimizde, bizi fark ettirmeden yağmurdan güneşten koruyormuş meğer o gölge. Sizde aile kuruyorsunuz, baba oluyorsunuz sizin de gölge yaptığınız ve koruduğunuz birileri oluyor, ama yine de o gölgeyi çok arıyorsunuz. Soru soracağınız, fikir danışacağınız, takdirini alacağınız, akşam eve dönecek diye yolunu gözlediğiniz, bir babamız yok bundan böyle. Yanımızda sürekli desteğini gördüğünüz, zor anlarınızda imdadınıza yetişen kişi yok artık.
Göğsüne sırtınızı dayadığınız temel direğimiz ve ulu çınarımız, bu geçici dünyaya bir daha gelmemek üzere elveda diyerek gitti. Savaşın ortasında komutansız kalmaktır babasız kalmak.
Babamız hizmetleri ve iyilikseverlikleri ile asla unutulamayacak.
Babamıza, bizleri en güzel şekilde yetiştirdiği için çok müteşekkiriz.
Babamız hatıralarımızda yaşayacak, her zaman gönlümüzde taht kurmaya devam edecek.
Örnek ve beyefendi kişiliği her zaman bizlere ışık tutmaya devam edecek.
Babanız öldüğünde büyüyorsunuz artık...
Tüm vefat eden babalara Allah'tan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun.
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bu nasihati bizlere öğretmektedir ki Allah katında en güzel amel, bir insanı İslam’la buluşturmaktır. Müslüman, İslam’a güzel bir şekilde davet etmekle yükümlüdür. Bu ise İslam’ı doğru anlayıp yaşamayı ve halimizle güzel temsil etmeyi gerektirir.
Allah Resûlü (s.a.s), din-i Mübin-i İslam’ı önce kendisi yaşıyor, sonra ashabına tebliğ ediyordu. Sadece anlatmakla yetinmiyor, davranışlarıyla İslam’ın güzelliklerini ortaya koyuyordu. Adalet ve hakkaniyeti, şefkat ve merhameti, ülfet ve muhabbeti, cömertlik ve yardımseverliği ile örnek oluyordu. Sahabe-i kiram da İslam’ı bizzat ondan öğreniyor ve öğrendiklerini hemen kendi hayatlarına aktarıyordu. Sonraki nesiller de aynı yolu takip ettiler. Bu sayede İslamiyet hızla yayıldı ve nice gönüller İslam’la şeref buldu. Anadolu’nun, Afrika’nın, Uzakdoğu’nun, Balkanların ve daha nice toplulukların İslamiyet ile tanışmasında müminlerin sözlerinden daha çok örnek hayatlarıyla verdikleri mesajlar etkili olmuştur.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız...”
O halde, insanlığa önder ve örnek bir ümmet olduğumuzun bilincinde olalım. Dinimizin yüce hakikatlerini özümseyip hayatımızda uygulayalım. İnandığımız gibi dosdoğru yaşayalım. Her işimizde ihlas ve samimiyeti kuşanalım. İman ve ibadette, ilim ve hikmette, ahlak ve takvada Resûlullah’ı örnek alalım.
Sözlerimizle birlikte yaşantımızın ve güzel ahlakımızın insanlarda iz bıraktığının idrakinde olalım. Unutmayalım ki birçok insan İslam’ı Müslümanların hal ve hareketlerine göre değerlendirmekte ve tercih etmektedir. Dolayısıyla İslam’ı hakkıyla temsil edemeyen her Müslüman, farkında olmadan en büyük zararı İslam’a vermiş olmaktadır.
Cebrail aleyhisselâm, Resûlullâh Efendimizle konuşurlarken Hârise bin Numan yanlarından geçti, selâm vermedi. Hazret-i Cibrîl “Geçerken size selam vermekten onu alıkoyan nedir” diye sordu; Resûl-i Ekrem Efendimiz de Harise’ye (r.a.): “Yanımdan geçerken niçin selâm vermedin” dedi. Hz. Harise: “Sizi bir zat ile konuşurken gördüm. Sözünüzü kesmeyi münasip görmedim” dedi.
“Sen onu gördün mü?”
“Evet” dedi. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
“O Cebrâîl idi. ‘Eğer selâm verseydi, onun selâmına karşılık verirdim’ dedi.” Sonra Hazret-i Cebrâîl:
“Muhakkak o seksen kişidendir” buyurdu. Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Seksen kişi nedir” buyurdu;
“Seksen kişi hariç, insanlar senin yanından dağılırlar. Bunlar senin ile sabrederler. Muhakkak onları ve evlatlarını Allâhü Teâlâ Cennet-i a‘lâda rızıklandıracaktır.”
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bunu Harise’ye (r.a.) bildirdiler.
Hazret-i Hârise (r.a.) Huneyn gazasında ilk hezimet esnasında Resulullâh Efendimizin etrafında kalan seksen kişiden biriydi.
İhtiyarlığında gözleri görmez olmuştu. Namazgâhından odasına bir ip gerdi. İçine hurma koyduğu bir zenbili vardı. Bir miskin gelip selâm verince bu zenbili alır ve ipe tutunarak onun yanına gider, hurmadan
ona ikram ederdi. Ailesi ona “Biz bu işi senin yerine yaparız” dediler. O ise şöyle buyurdu:
“Peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduklarını işittim:
Miskine ikram etmek; sadaka vermek kötü ölümden muhafaza eder.” buyurmuşlardı. (Üsdü’l-gabe)
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in buyurduğu bu yüce söz, insanı kulluk şerefine erdiren kelime-i şehâdettir. Kelime-i şehâdet; “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben yine şahitlik ederim ki Hz. Muhammed, O’nun kulu ve Resûlüdür” demektir. Kim bu tevhid beyanını dili ile ikrar ve kalbi ile tasdik ederse iman halkasına dâhil olup mümin olur. Din-i Mübin-i İslam’a gönül verip Müslüman olur. Dünya ve ahiret saadetini elde etmiş olur.
Bizler, Allah’tan başka hiçbir ilah kabul etmediğimizi, sadece O’na kulluk edeceğimizi ve O’ndan başkasına asla boyun eğmeyeceğimizi beyan ederiz diyerek de alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu kabul ve tasdik ederiz.
Kelime-i şehâdet, imanın özü ve İslam’ın ilk şartıdır. Allah ile aramızda bir sözleşmedir. Rabbimizin rızasına talip olacağımıza ve Kur’an’ın yolundan ayrılmayacağımıza dair sözümüzdür.
Kelime-i şehâdet, Peygamberimizle aramızda ahittir. Bu ahitle bizler, Peygamberimizin sünnetine sımsıkı sarılmanın, imanımızın bir gereği olduğunu beyan ederiz. Allah’ın rızasına kavuşmanın Resûlüne itaatten geçtiğini bir kez daha ifade etmiş oluruz.
Kelime-i şehâdet aynı zamanda bir duruştur. Öyle bir duruş ki hayatının her alanına İslam’ı aktarmayı ilke edinen… Hak davasından ve hakikat yolundan ayrılmamayı ilan eden… İslam’ın yüce değerlerinden hiçbir zaman ödün vermemeyi taahhüt eden Müslüman duruşu…
Kelime-i şehâdet, üstün bir amel, faziletli bir zikir, muazzam bir duadır. Ümmet-i Muhammed olarak bizler kelime-i şehadetle âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olur, selamete ereriz. Şeytanın ve nefsin esaretinden kurtulup gerçek özgürlüğün tadına varırız. Her türlü kötülükten, bela ve musibetten emin oluruz. Kabirde azaptan, mahşerde cezadan bu tevhid beyanıyla kurtuluruz. Cennetin kapıları bu sözle açılır. Cemâlullah’la ancak bu sözle müşerref olunur.
Tövbe, nefsimizle hesaplaşmak, içtenlikle ve samimiyetle günahlardan pişmanlık duymaktır. Hata ve günahta ısrar etmemek, bir daha onlara dönmeme kararlılığını göstermektir. Hevâ ve hevesimizin esiri olmamaya söz vermektir. Tövbe, günahlarla kirlenen yüreklerimizi paslarından arındırmaktır. Yenilenmek ve tertemiz bir başlangıç yapabilmektir. Yüce Rabbimizin sevgisine, hoşnutluğuna talip olmaktır.
Günahları örten, çok affedici ve bağışlayıcı olan Yüce Mevlâmız bizleri tövbeye davet ediyor: “Ey müminler, hep birlikte Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”
Öyleyse geliniz, tövbelerimizi dilimizden kalbimize indirelim ve içtenlikle “Tevvâb” olan Rabbimize yönelelim. Gönülden, nasûh tövbelerle kalben ve ruhen arınalım, Rabbimizle aramızdaki bağı kuvvetlendirelim. O’na layık bir kul olamadığımız için nedametle ve gözyaşlarıyla tövbe ve istiğfar edelim. Allah Resûlü’ne yaraşır bir ümmet olamadığımız için af dileyelim. Yeryüzünde kötülüğü engelleyemediğimiz, iyiliği hâkim kılamadığımız için bağışlanma isteyelim. Dilimizle işlediğimiz yalan, gıybet ve kötü sözler için tövbe edelim. Harama uzanan ellerimiz, günaha giden ayaklarımız için bağışlanma dileyelim. Gözümüzü, kulağımızı haramdan sakınamadığımız için istiğfar edelim. Kalbimizi kaplayan kin, haset, kibir, bencillik gibi kötü hasletler için tövbe edelim. Ömrümüzü salih amellerle bereketlendiremediğimiz için tövbe ve istiğfar edelim; bıkmadan, yorulmadan.
Günler ayları, aylar yılları kovalıyor. Zaman süratle akıp gidiyor. Ömür sermayemiz her geçen gün tükeniyor. Sayılı nefeslerimiz bitiyor. Acısı ve tatlısıyla, hüznü ve sevinciyle miladî bir yılı daha geride bırakıyoruz. Geliniz, mübarek Cuma gününün şu icabet vaktinde kendimizle yüzleşme kararı verelim. Yapıp ettiklerimizin muhasebesini yapalım. Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekelim.
Muhasebenin özü, kişinin kendini bilmesidir. Hakikat aynasına bakıp kendine gelmesidir. Nereden geldiğini, niçin geldiğini ve nereye gideceğini tefekkür etmesidir.
Muhasebenin başı, her türlü nefsanî ve şehevî arzulara dur diyebilmektir. Kötü huy ve davranışları terk edebilmektir. Bütün günahlarımıza tevbe etmek, bir daha aynı günahlara dönmemeye karar vermektir.
Muhasebe, imanımızı kemale erdirme ve istikametimizi muhafaza etme çabasıdır. Allah’ın helal kıldığı söz ve davranışlara sımsıkı sarılma, haram kıldıklarından uzak durma gayretidir. Ölüm bize gelinceye kadar ibadetten bir an olsun ayrılmama kararlılığıdır. Yüce ahlak üzere gönderilen Peygamber Efendimizin ahlakını kuşanma azmidir.
Nihayetinde muhasebe, tam bir teslimiyetle Allah’a kul olmak, kul hakkına da titizlikle riayet etmektir. Mâsivâyı, yani Rabbimizden başka ne varsa hepsini gönlümüzden söküp atmaktır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Evet, Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Bu ayet-i kerime bizleri imanımızın gereği olarak nefsimizi muhasebe etmeye çağırmaktadır. Yaratılış amacımıza uygun bir gelecek planı yapmaya davet etmektedir.
Öyleyse, miladî yılın bu son gününde geçmişimizi muhasebe edip geleceğe yön vermek adına kendimize şu soruları soralım: “Elestü bi Rabbiküm” sorusuna karşılık Rabbimize verdiğimiz kulluk ahdine sadık kalabildik mi? Ömrümüzü imanla, ibadetle ve güzel ahlakla geçirebildik mi? Rabbimizin haram kıldığı her şeyden uzak durabildik mi? Canlı cansız tüm mahlûkata karşı sorumluluklarımızı yerine getirebildik mi? Hâsılı her yılımızın, her ayımızın, her günümüzün, hatta her saatimizin kıymetini bilebildik mi?
Hayırlı günler, kalın sağlıcakla...
Geleceğe dair bitmez tükenmez emellerin peşinde koşarken kimi zaman yaratılış amacımızı unutuyor, ölümü aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz. Çevremizde veya medyada karşılaştığımız ölüm hadiselerini sıradan karşılıyor, aldırış etmiyoruz. Her gün salgın hastalıktan kaybettiğimiz canların sayısına bile göz ucuyla bakıp geçiyoruz maalesef.
Nitekim hepimiz bilir ve iman ederiz ki, ölüm ve yeniden diriliş haktır. Gelip geçici misafirleriz bu hayatta. İmtihan için geldiğimiz bu dünyadan ansızın göçüp gideceğiz asıl yurdumuz olan ahirete. Âlemlerin Rabbinin huzurunda iyi ya da kötü yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Ya sonsuz bir mükâfata kavuşacak ya da elim bir azaba dûçâr olacağız.
Hayatımıza yön veren, anlam ve değer katan en önemli esas ahirete olan imanımızdır. Zira ahirete iman eden kişi, ebedî mutluluğun anahtarının bu dünyada olduğunun bilincindedir. Bu şuur ve inançla Allah’ın rızasını kazandırabilecek bir hayatı yaşama gayretindedir. Mümin, imanının bir gereği olarak işlediği salih amellerle hayatını bereketlendirir. Yaşantısını güzel ahlakla süsler. Takva azığı ile Cenâb-ı Hakkın katında yücelmeye çalışır. Huzuru Allah’ı anmakta bulur. Rabbini unutturacak çirkinliklerden uzak durur. Dua ile Yüce Yaratan’a kulluğunu arz eder. Nimetlere şükreder. Ailesi, çevresi ve toplumu ile barışık yaşar.
Ahiret yurdunun daha hayırlı ve kalıcı olduğunun idrakinde olalım. Dünyayı ahirete tercih edenlerden olmayalım.
“Ey insan! Yüce Rabbin hakkında seni yanıltıp aldatan nedir?” sorusuna muhatap olmamak için Rabbimize hakkıyla kulluk edelim.
“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.” nidasıyla karşılaşmadan önce, kendimizi hesaba çekelim. Rahatlıkla, “Alın kitabımı
okuyun. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten bekliyordum.” diyebilmek için amel defterimizi salih amellerle dolduralım. Unutmayalım ki, “Kim ahireti ister ve bir mümin olarak ahiret için ona yaraşır bir çabayla çalışırsa işte böylelerinin çabaları karşılık görecektir.”
Kalın sağlıcakla...