Günlük | : | 83 |
Haftalık | : | 849 |
Aylık | : | 4975 |
Toplam | : | 351770 |
Tabii ki biz bu yaptırımları asla kabul etmiyoruz. Hem Türkiye ile Amerika arasındaki müttefiklik anlayışına aykırı hem de TÜRKİYE'NİN RUSYA ile yapmış olduğu Savunma işbirliğine yönelik bir cezalandırma yöntemi…
Peki, Türkiye ne yaptı? Türkiye Amerika'nın paramız karşılığında vermediği savunma sistemlerini gidip S-400 hava Savunma sistemlerini Rusya'dan almış ve bunu da yaptırım kararının Temel sebebi sayan bir ABD hukuka, hakka aykırı bir anlayışla karşı karşıya kalmıştır maalesef!
Peki, bu yaptırımların Amacı nedir? Bence amacı; Türkiye'nin Amerika Birleşik Devletleri dışındaki bir ülkeden savunma sistemlerini teçhizatlarını almasını engellemek. Yani bu yaptırımlarla sözüm ona Türkiye'yi Rusya ile yapmış olduğu bu alımlar vesilesiyle cezalandırmak benzeri alımları engellemek ve bir taraftan da “kızım sana söylüyorum gelinim sen işit” misali diğer benzer girişimlerde bulunan ülkelere de bir gözdağı vermek..
Peki, ABD bu kararını alırken birtakım lobilerin faktörü var mıdır? Elbette ki vardır dış politika söz konusu olduğunda maalesef savunma ve enerji firmalarının söz sahibi güçlü söz hakkına sahip olan firmaların lobi yaptığını hep beraber biliyoruz. Kim olabilir derseniz.. Malum hepimizin bildiği Rum, Ermeni, fetö ve benzeri Türkiye’mize ve çıkarlarına Hasım kesilen, Türkiye’nin gelişmesini, büyümesini kabul edemeyen mihraklar…
Türkiye'miz bu bağımsız savurma plan ve programlarından kendisine yöneltilen ve dikte ettirilmeye çalışılan bu yaptırımlardan vazgeçecek mi? Elbette ki vazgeçmeyecektir .. Vazgeçmemesi de gerekmektedir.
Peki, ne yapılması gerekiyor?
Birincisi Türkiye Cumhuriyeti olarak Ocak 2021 devir teslimden sonra, Türkiye ile ABD arasında güvenlik istihbarat savunma ve benzeri yetkililerin katılacağı, sorunların konuşulacağı değil bu sorunlara yönelik çözümlerin değerlendirileceği toplantıların düzenlenmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Devamlı talepte bulunulmalıdır..
İkincisi Amerika Birleşik Devletleri'nde BİDEN’le beraber Amerika'nın kongre üyelerine, terör örgütlerinin faaliyetleri, Pyd, Pkk ve benzeri ilişkiler, Doğu Akdeniz'deki Türkiye'nin hakları, çıkarları hakça paylaşımları, hem Amerika'nın hem diğer ülkelerin Hem de kendi insanımızın da anlayabileceği bir tarzda, durmadan usanmadan, haklı duruşumuz, beklentilerimiz ve maddi manevi mağduriyetlerimiz, detaylı bir şekilde bilgilendirmeler, sunumlar yapılmalıdır…
Sonuç itibariyle; Türkiye her yerde, her zaman da, her platformda; mutlaka çıkarlarını koruyup kollayacak, hem iç hem dış dengeleri muhafaza edecek argümanlarla, bilgi ve belgelerle, pratik ve teorik anlamda, sahada ve masada yer almalıdır.
Mümkün mertebe samimi duruşumuzla, haklı gerekçelerimizle, dostların sayısını arttırıp, düşmanların, işbirlikçilerin sayısını azaltan, bir siyasi anlayışla, söylemle, TÜM DÜNYAYA SESİNİ, BAĞIMSIZ DURUŞUNU HAYKIRMAK, DUYURMAK GİBİ BİR POLİTİKA ile her zaman olduğu gibi; SIRTINI MİLLETİNE VE HAKKA DAYAYARAK, MİLLETTEN ALDIĞINI YİNE MİLLETİNE HARCAYARAK, BÜYÜK VE GÜÇLÜ BAĞIMSIZ TÜRKİYE olma hedeflerinden asla şaşmamalıdır.
Durmak Yok, Yola Devam Diyoruz. 15.12.2020
Kalın sağlıcakla, Cengiz YILDIZ
İhlâs ile hareket edilmesi, kulun bütün hal ve hareketlerinin Hak Teâlâ’nın rızasına yönelik olması, itikât, ibadet ve ahlâkî hayatın Allah rızasına yönelik olması; Hak rızasından başka bir şeyin bunlara karıştırılmaması anlamına gelir. “…Zaten siz ancak Allah rızası için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız-hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir”(Bakara,2/272).
İhlâs, her işe iyi niyetle başlamayı gerektirir. Art niyet ihlâsla bağdaşmaz. Riya, gösteriş, munafıklık, ikiyüzlülük, iki dillilik, yalan, aldatma, kandırma gibi hareketler islâmla ve ihlâsla bağdaşmaz. İhlâs; dışın içe, sözün öze, dilin kalbe uygun olmasıdır. Yinelemek gerekirse, Nisâ Suresinin 114.cü Ayet-i Kerime’sinde birkaç örneği verildiği üzere, yapılan her hareket ve davranışın Allah rızası için yapılması işin özüdür:“ Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi…kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfât vereceğiz.”(Nisâ,4/114).Şu halde Allah rızasının alınması amacıyla yapılan davranışlar da ibadet varsayılabileceklerdir.
BİLİNMEZ ALAN: GAYB
İçimde bir volkan var,
Patladı patlayacak!
Görkemli sabır taşım
Çatladı çatlayacak!
Cesaret etmek, göze
Alındı alınacak!
Gençler çıkıp meydana,
Salındı salınacak!
Konuk var, kapı zili
Çalındı çalınacak!
Dostça derin sohbete
Dalındı dalınacak!
Yolculukta menzile
Gelindi gelinecek!
Yağmurla yüklü gökler
Delindi delinecek!
OYTAN, az-çok hayatta
Kalındı kalınacak!
Vade yettiği zaman
Ölündü ölünecek!
Bunu duyan Yahudi âlimlerden bir grup gelerek, “Yesrip’e zarar vermemesini, Yesrip’in korunmuş bir şehir olduğunu, âhir zaman Nebisinin oraya yerleşeceğini” söyleyerek Tubba’yı uyardılar. Tubba bu ikazdan çok etkilendi ve şehri yakıp yıkmaktan vaz geçti. Ayrıca Yahudilerin bahsettiği âhir zaman Nebisine hitaben bir mektup yazıp, nesiller boyunca elden ele son Peygamber’e ulaştırmalarını vasiyet ederek torunlarına teslim etti. Tubba’nın mektubu, en son torunlarından Ebu Eyyub el Ensârî’ nin ağabeyi Ebu Leyl’de bulunuyordu. Peygamber Efendimiz; Medine’ye hicret edince, devesi Kusva’nın çöktüğü arsanın en yakınında bulunan Ebu Eyyub el Ensârî’nin evine misafir oldu; eve girdiğinde henüz Müslüman olmamış Ebu Leyl’e ismiyle hitap ederek selam verdi ve: “Sende benim bir emanetim var, onu bana ver ” diyerek mektubu istedi. Ebu Leyl, hiç kimsenin bilmediği mektuptan Resulullah Efendimizin haberdar olmasından hayrete düşerek mektubu verdi. Mektupta şöyle yazılı idi: “ Melik Tubba’dan Allah’ın Resulü Ahmed’e…Ben sana ve her şeyin Rabbi olan Allah’a ve Rabbinden sana gelenlerin cümlesine ve İslam’a ait ne varsa cümlesine iman ettim ve bunu ikrar ettim. Eğer sana yetişirsem ne güzel ve ne alâ, yetişemezsem kıyamet gününde bana şefaat et ve beni unutma. Ben evvelkilerden biri olarak, sana, sen gelmeden ve Allah seni göndermeden önce iman etmiş bulunuyorum. Ben senin ve Hz. İbrahim’in dini üzereyim !” Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.s.), mektubu okuyunca: “Tubba mümindir, selam sana ey kardeş !” dediği rivayet edilir. (Bahattin Akyön, a.g.e. s. 399-400)
YÂ RÂB AFFET!
Herkes toplandığı zaman,
Mahşerde döner şaşkına!
Günahkâr olan yalvarır:
Râb, affet Allah aşkına!
Emrine isyan ederek,
Uyduk şeytana, taşkına!
“Rahman” adına sığındık,
Râb, affet Allah aşkına!
Günah, yıldızları çevirir,
Kara deliğe düşküne,
Gafillik edip bilemedik,
Râb, affet Allah aşkına!
Oytan, yüzün kara, uydun
Din ve ibadetten kaçkına,
Bağışlamazsan hep yandık,
Râb, affet Allah aşkına!
Beni eğiten, öğreten, bana vatan, devlet, bayrak, millet, yerli ve milli değerlerimizi, mukaddesatımızın ne demek olduğunu benimseten tüm öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum.
Yazımın içeriği “24 Kasım Öğretmenler Gününde, değerli öğretmenlerimize yapılan saygısızlık ve hakaretle ilgili” olacak maalesef. Bunu yazarken de hicap duyduğumu, üzüldüğümü, keşke yazma ihtiyacı hissetmeseydim dediğimi de belirtmek isterim.
Bu memleketin insanına rol model olması gerekenlerden birisi de siyasetçilerdir. Fakat yazıma vesile olan, eleştirdiğim ve kınadığım bir siyasetçiyi yazmak durumunda kaldım. Bu siyasetçi ki; bu siyasetçide malumunuz Ana muhalefetin Genel Başkanı’nın öğretmenlerimize yönelik kabul edilemez sözleri, hakaretleri…
Peki ne demişti ana muhalefetin lideri? Partisinin grup toplantısında hükümeti hedefleyerek; “Onların öğretmeni sevmediği” ithamıyla sözlerine devam ediyor… Saçlarımı diken diken eden ve beni ve benim gibi, öğretmenleri baş tacı eden memleketin evlatlarını rencide eden sözleri söylemekten çekinmediği şu sözleri sert bir tonla haykırdı… İfadesi aynen şöyle idi;
“Hala iktidarın peşinden giden öğretmen varsa, kusura bakmasın ben ona öğretmen demem. Öğretmen iradesini pazarlamaz.” İfadesini kullanarak içindeki duygularını dışarıya yansıttı.
Peki bu ifadelere tepkiler geldi mi? Elbette geldi…
“Bir öğretmen olarak Kılıçdaroğlu’nu şiddetle kınıyorum.”
“Bir öğretmen olarak , ben de her girdiği seçimi kaybedene lider demem”
“Öğretmen gününde yaptığı bu ayrıştırıcı konuşması ile biz öğretmenleri üzmüştür. Özür dilemelidir. Biz bu ülkenin, devletimizin öğretmenleriyiz. Ne iktidarın ne de muhalefetin kuklası değiliz. En azından bugün biraz saygı bekliyoruz.”
Evet, şahsen ana muhalefet liderinin bu tarz çıkışlarına alıştık. Yine geçmişte memnun olmadığı kararı veren hakime “çete”, beğenmediği sanatçıya “rezil adamlar”.. Bugün de saygıyı hak eden öğretmenlerimize “Hakaret ve ötekileştirici” bir dil..
Çok üzüldüm… Saygıdeğer öğretmenlerimizin anıldığı bir günde, onları siyasi tercihler ve dünya görüşleri, tercihleri sebebiyle tahkir görmek, rencide etmek… Bunun yargılanacağı yer, aziz milletin vicdanıdır..
Varlığını, Türkiye’nin geleceğine adayan, emek harcayan Öğrenen ve öğrendiklerini bin bir zahmetle gelecek nesillere aktaran tüm ÖĞRETMENLERİMİZİ canı gönülden selamlıyorum.
Onları, ülkesine ihanet hariç, tüm siyasi görüşlerine, tercihlerine saygı duyuyorum.
Zira “Öğretmenlerimiz” siyaset malzemesi yapılmayacak kadar kıymetlidir.
Selam ve dua ile…
“Bakmaz mısın şu nefislerini tezkiye edip duranlara! Hayır, yalnız Allah dilediğini tezkiye eder (temize çıkar) onlar da kıl kadar zulmedilmezler” (Nisa: 49)
“Kendini temize çıkarmak” şeklinde tercüme edilen tezkiye, fiil ve sözle olduğu ifade edilmektedir. Sözle tezkiye, “bir kimsenin dürüst, iyi, önemli kusurlardan uzak olduğunu söylemek” suretiyle yapılır. Gerçekten böyle olan, böyle bilinen birisi için gerektiğinde tezkiyede bulunmak da sakıncalı görülmemektedir, hatta duruma göre güzel ve gerekli de olabilmektedir. İslâm’da kötü görülen, menedilen tezkiye, kişinin kendisini sözle tezkiye etmesi, övmesidir.
Yahudiler özellikle kendilerinin “Allah’ın oğulları ve sevgilileri” (Mâide 5/18), “dostları” (Cum‘a 62/6) olduklarını, “birkaç gün dışında âhiret cezası çekmeyeceklerini” (Bakara 2/80) söyleyerek kendileri için sözlü tezkiyede bulunmuşlardı; âyet, bu davranışı da makbul görmemektedir. Kişilerin veya grupların kendilerini bu şekilde överek bir yere varamayacaklarını, topluluk nezdinde itibar kazanamayacaklarını ifade buyurmaktadır. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 79-80)
Bu anlatılanlardan anlaşılıyor ki, kişinin kendini sözlü veya fiili olarak tezkiyesi, temize çıkarmak istemesi, ancak nefsi muhasebeye yönelik olarak yapıldığında bir değer, bir mana ifade etmekte olduğu anlaşılmaktadır.
İnsanın kendi nefsiyle ilgili durumu böyle olunca peki, ya bir de başkasıyla ilgili söz ve davranışların karşılığı ne olacaktır, nasıl bir değer kazanacaktır? Burada da iki husus karşımıza çıkmakta olduğunu görüyoruz:
Birincisi, övgüye mazhar olan muhatabımıza karşı bir medhüsenada bulunmak,
İkincisi ise, iki hususu barındırmaktadır; biri, gerçekliği taşıyan bir övgünün vuku bulması, diğeri ise, gerçekliği taşıyıp taşımadığı, söyleyen tarafından bilinmediği halde böyle bir eylemde bulunulması.
Birincisinde övgü, övülen kişiye fayda değil zarar vereceği için nehyedilmiştir: “Meddahların (herkesi övenlerin, yağcıların) yüzüne toprak saçın!” (Müslim, Tirmizi) Toprak saçmak, onu aşağı bilmek, sözlerine değer vermemektir.
İkincisinin birinci hususu; övgüde gerçeklik bile olsa övülenin psikolojik ve sosyolojik dünyasında meydana getireceği tahribatlardır. Diğeri ise, muhatapta övülen için bir hakikati taşıyıp taşımadığının bilinmemesidir. Bu da hiç şüphesiz iki yönden illetlidir:
Birincisi, burada öven için hakikati değil, övme fiilini muhatabına kabul ettirmesi ve taşıdığı maksada ulaşmasıdır. Gerçek olup olmadığının hiçbir önemi yoktur. Esasen burada övülen için de çok daha ciddi bir sınav baş göstermektedir. Söylenen husus hakikatse, nefsinin okşanmasıyla ruh dünyasında başlayan yıkım… Hakikat değilse, hakikat olmayan bir övgüye, bir yalana ses çıkarmayarak onaylama sürecine girmiş bulunmaktadır ki, artık bu aşamadan sonra yalanla özdeşleştirilmesi onun sorunu olacak demektir.
Bu kadar hayati öneme haiz hususları elbette yazmamızın, hatırlatmamızın bir sebebi vardır. İnsanoğlu, sosyal bir varlıktır. Hatalarıyla sevaplarıyla insandır ve toplumdaki yerini alır. Hiç kimse de hatadan hali değildir, ancak toplu yaşayışta hak ve hukukun gözetildiği müddetçe birlikte yaşamanın bir anlamı ve değeri olur. Böyle olmasının da topluma getirisinin çok fazla olacağı şüphesizdir.
30 Temmuz 2019 tarihli Hatay Manşet Gazetesi’nin Gök Ekin’den kaynaklı bir haberini okudum.
“Habib-i Neccar Hakkında Yazılan İlk Roman”
başlığı altında haber devam ediyor: “Araştırmacı - Yazar Adil Çetin hocam, Antakya Öğretmenevinin bahçesinde Mustafa Akgül imzalı bu kitabı elime tutuşturduğunda oruç ayıydı… Eğitimci- Yazar Mustafa Akgül'ün MARANGOZ adlı romanı en kısa sürede okuyup bitirdiğim kitaplar arsına girmiştir… Habib-i Neccar hakkında yazılan eserler oldukça sınırlıdır. Mehmet Tekin hocamın yazdıkları bu alanda yazılacaklara da kaynaklık etmesi bakımından önemlidir. Yine Habib-i Neccar ile ilgili kısa öyküler ve şiirler mevcuttur. Fakat bugüne kadar romanı yazılmamıştır. Mustafa Akgül hocamın ilk eseri bu alanda yazılmış ilk roman olması bakımından da önemlidir… Yuhanna ve Pavlus'un Hayfa Limanı'ndan başlayan esrarlı gemi yolculukları uzun bir maceranın ardından Şehr-i Antakya'da devam etmekte ve Habib-i Neccar'ın şehadetiyle son bulmaktadır…
Haziran 2019 tarihinde Hatay Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla Osmaniye Akdeniz Ofset Matbaası'nda basılmıştır.”
Hatay Manşet Gazetesi’nin Gök Ekin’e dayandırdığı bu haberin dışında Hatay’daki hiçbir gazete ve gazeteci arkadaşımız, haberi böylesine yanlış bir şekilde haberleştirmemiştir. Çünkü gerek yerel basında ve gerekse ulusal basında Habib Neccar’la ilgili ilk romanın ilk defa ne zaman ve kim tarafından yazıldığı bilinmektedir. Bu haberden sonra ilgili arkadaşlar aranarak haberin tashihi istenmesine rağmen bir yılı aşkın zamandan beri maalesef, düzeltme girişimi ve çabası görülmeyince bu açıklamayı yapma zarureti doğmuştur.
Hemen belirteyim ki, Mustafa Akgül Hocam, sevdiğim, saydığımı değerli bir eğitimcimizdir. “Bir Varmış Bir Yokmuş, Hatay Masalları” adlı çalışmamızın Türk Milli Eğitimin amaçlarına uygun olduğu yönündeki komisyon raporunda imzası olan üyelerden birisidir. Böylesine güzel bir çalışmanın onun kaleminden çıkması bizi ancak onurlandırır. Marangoz romanıyla Hatay kültürüne destek vermesi de ayrıca sevincimiz olduğunun bilinmesini isteriz.
Ancak, sevincimize sevinç katan bu kültürel faaliyete “ilk” olma özelliğinin katılmasına her şeyden önce yazarının ihtiyacı olmadığını belirtmek isterim. Hilaf-ı hakikatin ifadesi olan bu haberin bu tarzda verilmesinin kime ne kazandırdığı veya kazandıracağı cidden merak edilmektedir. Hem de uyarıya rağmen.
Oysa ilgili her okur yazar, hele ki bir de iddia sahibiyse, bu konudaki haberlerden habersiz olması nasıl düşünülebilir? Birkaç örnek verecek olursak;
Türkiye Gazetesi
25.03.2012 - 01:00 | Son Güncelleme: 25.03.2012 - 01:00
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a529346.aspx
Anasayfa > Haber > Koşarak gelen adam
Koşarak gelen adam
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle seslendi: Ey kavmim! Bu elçilere uyun! Bütün kalabalık, dönüp baktı. Meydanı inleten sesin sahibi Habib-i Neccar’dan başkası değildi. Ancak, kral ve adamları Habib ve üç havarinin üzerine taş yağdırmaya başladı.
Hatay ve Gümüşhane İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yapan ve hâlen Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde çalışan Nizamettin Duran, Hatay’a damgasını vuran Habib-i Neccar’ın romanını yazdı. Nizamettin Duran, akıcı bir üslupla kaleme aldığı roman…
***
Doç. Dr. Necmettin ÇALIŞKAN’ın Mustafa Kemal Ünıversıtesı Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ana Sayfa > cilt 12, sayı 32 (2015)’te yer alan “Kur’an-ı Kerim’e Göre Eshâbü’l-Karye ve Habib en-Neccâr” başlıklı makalesinde, referans olarak “DURAN, Nizamettin, Mesih İsa’nın Sevdalısı Havarilerin Fedaisi Habib Neccar, Color Ofset, İskenderun 2012.” Adlı çalışmamızı göstermiştir.
***
Mesih İsa'nın sevdalısı, havarilerin fedaisi Habib Neccar / Nizamettin Duran
Yazar: Duran, Nizamettin.
Materyal Türü: Kitap
Yayıncı: Hatay Color Ofset 2012
Tanım: 323 s. 21 cm.
ISBN: 9786051254869.
***
Sonuç olarak dememiz o ki, “Seni, sende olmayan meziyetlerle öven insanın, bir gün seni sende olmayan hallerle kötüleyeceğinden şüphen olmasın…” (İmamı Şafii, rahimehullah)
Hiç ihtiyacımız olmadığı halde, bize ait olmayan bir özellik, bize izafe ediliyorsa, bilinmeli ki, bu bize iki yönden sıkıntı ve zarar verir: birincisi, bize ait olmayan bir vasfın bize izafesiyle yanlışa, doğru olmayan bir duruma bizi ortak ediyor demektir. İkincisi, bunu bize uygun gören kardeşimizi yalan habere iten sebebin ne olduğunu anlamaya çalışmak ve bu yaklaşımın doğru olmadığını ona anlatarak yanlıştan dönmesini temin etmek…
Böyle davranmakla bizi yanıltmaya sevk eden bu kardeşimiz, ya kendisini düzeltecek ve nefsine uymaktan vaz geçecek yahut da bu kadar basit gibi görünen meselede bile tağşiş etmeye yönelik bu girişimden dolayı ondan vaz geçmektir.
Bizi yalana götüren bu tür zihniyete sahip kardeşlerimizi de kazanmak istiyorsak, ıslahı nefsleri için onlara yardımcı olmak zorundayız. Bu yanlışa sessiz kalındığı takdirde bu huy, alışkanlık haline gelir ve İmamı Şafii Hazretlerinin buyurduğu gibi zaman gelecek bizde olmayan hallerle itham edilerek aleyhimize olacak olan bazı olay ve sözlerin meydana gelmesinde bir sakınca görülmeyecektir.
Cenabı Allah, cümlemizi nefislerimize uymaktan korusun ve başkasının hak ve hukukuna riayet eden kullarından eylesin.
Bu sebeple insanoğlunun, yeme, içme, giyinme, okuma, yazma ve konuşma öncesinde, ev ve iş yerine girip çıkarken; bir iş ve görev yapmaya başlarken v.b. her ne yaparsa, her neye başlarsa, her neye el atarsa, her ne tutum, davranış ve eylemde bulunursa mutlaka Euzu besmele okuması şarttır(Doç.Dr.İsmail Karagöz,Kur’ân’da Zikir Kavramı ve Allah’ı Zikir,Diyanet İşleri Bşk.Yay.Ankara 2007,s.57).Bir adım atmaktan Kur’ân okumaya kadar her harekette dilimizden besmele eksik olmamalıdır.
-Euzu besmele, Kur’ân-ı Kerim Sarayına girmenin anahtarıdır; bir binaya girmek için anahtar ne ise bir işe, bir davranışa, bir eyleme başlarken, bir karar verirken çekilen euzu besmele de aynıdır.
-Euzu besmele hayır getirir, huzur getirir, iyilik-güzellik getirir! Bu sebeple bazı alimler “dünyadaki bütün zehirlerin panzehiri besmeledir” derler. Allah’ın adıyla bir işe başladığımızda, oluşacak bütün şer etkileri, menfi enerjiyi, kötülükleri etkisiz hale getirmiş oluruz.!
- Euzu besmele okunduğunda şeytan uzak durur; kalbe vesvese veren şeytan uzak olur!
- Besmele çeken mü’min kendisini Allah’a emanet etmiş olur; Allah’ın emanetine terk etmiş olur! Dolayısıyla, besmele çekerek bir işe, bir davranışa başlayanın; bir karar verenin işi rast gider; olumlu ve bereketli sonuca kavuşur.İnançsız, besmelesiz başlanan her işin sonu yarımdır!
- Cenab-ı Allah, bütün korkularımızı, her türlü endişelerimizi euzu besmele ile aşmamızı nasip ihsân eylesin inşallah!
NURLU KALP.Peygamber, sünnetine
Uyana huzur diler!
Sözü var ümmetine,
Sever, şefaat eder!
Bize düşman olanın,
Vicdanım yârı olsun!
Kirden ruhu solanın,
Ağlamak kârı olsun!
Kalbine pencere aç,
İçine has nur dolsun!
İnfak et, fakire saç,
Dileğin kabul olsun!
Oytan’ım doğru sözlü
Olmasa ezilirdi,
İslâm nurlu, pak yüzlü
Dostları üzülürdü!
hlâs, felâk ve Nâs sûrelerine, üçüne birden, muavvizat denilir. Peygamberimiz (s.a.s.), bu üç sûreyi, akşam, sabah ve gece yatınca üç kere okumayı tavsiye etmiştir.
İbn. Neccar, Hz. Âişe’den şöyle rivayet etmektedir: “ Hz. Peygamber yatağına yatınca ihlâs, Felâk ve Nâs surelerini avuçlarına okurdu. Sonra da elleriyle yüzünü, bileklerini, göğsünü ve elinin ulaşabildiği her yeri mesh ederdi.” (Buharî, Fedailü’l Kur’an,14).
Hz. peygamber; “Sabah- akşam ihlâs, Felâk ve Nâs sûreleri üçer defa okunursa her türlü sıkıntının giderilmesi için yeterli olacaktır.” buyurmuştur. Ebû Davud, Tirmizî ve Nesâî bu hadisin sahih olduğunu beyan etmektedirler.(Hayatü’s S ahabe )
Yüce Rabbimizin Kur’an’da bizlere hediye ettiği Felâk ve Nâs isimli iki muhteşem surede kendisine sığınarak huzurlu yaşamayı öğretmiştir. Bu yüzdendir ki Peygamberimiz (s.a.s.), Allaha sığınmanın en güzel ifadesi olarak nitelediği bu iki sureyi çokça okumamızı tavsiye etmiştir (Nesâî,İstiâze,1).
Felak ve Nâs’ı okuyarak her türlü şer ve kötülükten, karanlıklar içerisinde yolumuzu kaybetmekten Rabbimize sığınırız. Haset ve öfkenin, kin ve nefretin, batıl ve hurafenin, vesvesenin esiri olmaktan O’na iltica ederiz. Art niyetlilerin, kem gözlülerin, kalbi kararmış, vicdanı taşlaşmışların şerri karşısında O’ndan yardım isteriz.
KUR’AN UYARICIDIR!
Kur’an hep başımın tâcı,
O tek kutsalım, varlığım!
O’nu okumamak ne acı!
O koruyor ruh sağlığım!
Kur’an’sız bu İslâm biter,
Bilir gâvur: O’nu iter!
İç gafiller bilmez mi?
Kur’an’la bacalar tüter!
Vahiyle getirdi Melek!
Müşrike karşı kol-bilek!
Peygamber emanet etti,
Kur’an’ım ne güzel dilek!
Cümle gâvurlar bir olmuş,
İslâma terörist salmış:
Tek amaç Kur’an yok olsun,
Her çıkarcı alet olmuş!
Muhammed’i hedef almak,
O’nu aradan çıkarmak,
Önlenmeli bu ihanet,
OYTAN’ın işi yakarmak
O, Vedûd’dur: Çok muhabbetli, çok şevkatlidir; hem seven hem sevilendir.! Bu sevgi, şevkât ve muhabbet sayesinde tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar! Allah Tealâ, sınırsız lütuf ve kerem sahibidir.O, kulunu sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder. Yeter ki kul istemeyi bilsin; rabbine iltica eylesin!
İnsanın sahip olduğu en büyük hazine de, sihirli duygu “sevgidir”; Cenab-ı Allah’ı(c.c.) , Peygamber (s.a.s.) Efendimizi, O’nun Ehlibeytini sevmektir! Allah’ın sevdiklerini, değer verdiklerini sevmektir! Allah için birbirini sevmektir! “Yaratılanı, Yaratan için sevmektir! ” Böylece, bu ruh haline kavuşmuş olarak tabii ki birbirimizi sevmektir; insanları, hayvanları, bitkileri, taşı-toprağı, çiçeği-böceği, kısaca tümüyle doğayı sevmektir; yaşamı sevmektir. Karşılıksız, beklentisiz olarak, bizatihî insan olduğu, hayvan olduğu, bitki olduğu, taş-toprak olduğu için, kısaca Allah Tealâ tarafından yaratıldığı için sevmektir! Büyük Derviş Yunus’un ifadesi ile “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir.!” Her yöne, her yana, her şeye sevgiyle bakmaktır. Duyulan sevginin ruhumuzu titretmesidir; sevmek-sevilmek-gönüllere sevgi ekmektir; aç-susuz kalsan da sevgisiz kalmamaktır; bir ilâhî aşk nağmemizde belirttiğimiz gibi tüm insanlığa sevgi taşımaktır.!
İslâm Dini, dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, sevgiye, sevmeye-sevilmeye o kadar değer veriyor ki: “İmân etmedikçe Cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de kâmil anlamda imân etmiş olmazsınız.!” .( Ebu Davud, Edeb, 130, 131) buyuruyor.! Neredeyse birbirimizi sevmenin imân etmiş olmanın ön şartı olarak görüyorlar.!
SEVGİ PINARI
Müminlere durmadan taşırız,
Yükümüz sevgi, özümden sevgi,
Dostla kuru lokma bölüşürüz,
Kalpten aşk akar sözümden sevgi!
Erenler bize sıcaktır, sıcak,
Asırlardır açarız hep kucak,
Aşk, şefkatli bakışa sığacak,
Kalpten aşk akar gözümden sevgi!
Gönül ibremle Mevla’ya döndüm,
Gece boyu hep huşûyla andım,
İlâhî aşkla kavrulup yandım,
Kalpten aşk akar, yüzümden sevgi!
İçimde saklı hisleri sezdim,
Gönlü fethedip başta gezdim,
Şarkı söyleyip şiirler yazdım,
Kalpten aşk akar, sazımdan sevgi!
Saçlarımda kar, şeklim değişti,
Gençlik çiyliğim ateşle pişti,
Ruhumdaki hüzün çok gelişti,
Kalpten aşk akar, sızımdan sevgi!
OYTAN’ım, İslâm yoluna girdim,
Kalbimi-sevgimi ona verdim
Ezelden gönül gözümle gördüm,
Kalpten aşk akar, mâzimden sevgi!
Arkasından yüzünü yıkayınca geriye akan su ile birlikte yüzünün günahları da akar gider. Sonra kollarını dirseklere kadar yıkayınca parmak uçlarından akan sularla birlikte ellerinin günahları da akar gider. Arkasından başını mesh edince saçlarının ucundan akan sularla beraber başının günahları da akar gider. Sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkayınca geriye akan kirli su ile birlikte günahlar da ayakları üzerinden akar gider. Daha sonra kul ayağa kalkar, Allah’a lâyık olduğu şekilde hamd-ü sena eder; arkasından iki rekat namaz da kılarsa anasından doğduğu günkü gibi tüm günahlarından arınır.” buyurdu. (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.254)
Hiç şüphesiz ki önemli olan ruh temizliğidir, iç temizliğidir, duygu ve düşünce temizliğidir. İnsan kendi içinin-gönlünün temizliğini göremez, hatta alnındaki kiri veya temizliği dahi göremez. İnsanın dışındaki kirlilik ve koku
VAKİT NAMAZLARI
Seherin serin anından,
Teheccüd, namaz şanından!
Melekler gitmez yanından,
Birlikte dua ederim!
Sabah namazı mevcutlu,
Melekler olurlar mutlu!
Kılanlar daim umutlu!
Elimle dua ederim!
Öğle namazım aşk sözüm
Huşû içinde tüm özüm
Huzurda kızarır yüzüm
Dilimle dua ederim!
İkindi namazı hoştur,
Sevmeyenin kalbi boştur,
Kılınması kutsal iştir,
Kalbimle dua ederim!
Akşam namazı has kılınır,
Râb’le baş başa kalınır!
En büyük sevap alınır,
Gönlümle dua ederim!
Müminin hep şansı güler,
Dervişler hep sağlık diler,
Yatsı günahları siler,
Alnımla dua ederim!
OYTAN’ım, vitir has bölüm,
Gelebilir her an ölüm,
Secdede tutulur dilim,
Ruhumla dua ederim!