Günlük | : | 83 |
Haftalık | : | 849 |
Aylık | : | 4975 |
Toplam | : | 306203 |
Bu sebeple insanoğlunun, yeme, içme, giyinme, okuma, yazma ve konuşma öncesinde, ev ve iş yerine girip çıkarken; bir iş ve görev yapmaya başlarken v.b. her ne yaparsa, her neye başlarsa, her neye el atarsa, her ne tutum, davranış ve eylemde bulunursa mutlaka Euzu besmele okuması şarttır(Doç.Dr.İsmail Karagöz,Kur’ân’da Zikir Kavramı ve Allah’ı Zikir,Diyanet İşleri Bşk.Yay.Ankara 2007,s.57).Bir adım atmaktan Kur’ân okumaya kadar her harekette dilimizden besmele eksik olmamalıdır.
-Euzu besmele, Kur’ân-ı Kerim Sarayına girmenin anahtarıdır; bir binaya girmek için anahtar ne ise bir işe, bir davranışa, bir eyleme başlarken, bir karar verirken çekilen euzu besmele de aynıdır.
-Euzu besmele hayır getirir, huzur getirir, iyilik-güzellik getirir! Bu sebeple bazı alimler “dünyadaki bütün zehirlerin panzehiri besmeledir” derler. Allah’ın adıyla bir işe başladığımızda, oluşacak bütün şer etkileri, menfi enerjiyi, kötülükleri etkisiz hale getirmiş oluruz.!
- Euzu besmele okunduğunda şeytan uzak durur; kalbe vesvese veren şeytan uzak olur!
- Besmele çeken mü’min kendisini Allah’a emanet etmiş olur; Allah’ın emanetine terk etmiş olur! Dolayısıyla, besmele çekerek bir işe, bir davranışa başlayanın; bir karar verenin işi rast gider; olumlu ve bereketli sonuca kavuşur.İnançsız, besmelesiz başlanan her işin sonu yarımdır!
- Cenab-ı Allah, bütün korkularımızı, her türlü endişelerimizi euzu besmele ile aşmamızı nasip ihsân eylesin inşallah!
NURLU KALP.Peygamber, sünnetine
Uyana huzur diler!
Sözü var ümmetine,
Sever, şefaat eder!
Bize düşman olanın,
Vicdanım yârı olsun!
Kirden ruhu solanın,
Ağlamak kârı olsun!
Kalbine pencere aç,
İçine has nur dolsun!
İnfak et, fakire saç,
Dileğin kabul olsun!
Oytan’ım doğru sözlü
Olmasa ezilirdi,
İslâm nurlu, pak yüzlü
Dostları üzülürdü!
hlâs, felâk ve Nâs sûrelerine, üçüne birden, muavvizat denilir. Peygamberimiz (s.a.s.), bu üç sûreyi, akşam, sabah ve gece yatınca üç kere okumayı tavsiye etmiştir.
İbn. Neccar, Hz. Âişe’den şöyle rivayet etmektedir: “ Hz. Peygamber yatağına yatınca ihlâs, Felâk ve Nâs surelerini avuçlarına okurdu. Sonra da elleriyle yüzünü, bileklerini, göğsünü ve elinin ulaşabildiği her yeri mesh ederdi.” (Buharî, Fedailü’l Kur’an,14).
Hz. peygamber; “Sabah- akşam ihlâs, Felâk ve Nâs sûreleri üçer defa okunursa her türlü sıkıntının giderilmesi için yeterli olacaktır.” buyurmuştur. Ebû Davud, Tirmizî ve Nesâî bu hadisin sahih olduğunu beyan etmektedirler.(Hayatü’s S ahabe )
Yüce Rabbimizin Kur’an’da bizlere hediye ettiği Felâk ve Nâs isimli iki muhteşem surede kendisine sığınarak huzurlu yaşamayı öğretmiştir. Bu yüzdendir ki Peygamberimiz (s.a.s.), Allaha sığınmanın en güzel ifadesi olarak nitelediği bu iki sureyi çokça okumamızı tavsiye etmiştir (Nesâî,İstiâze,1).
Felak ve Nâs’ı okuyarak her türlü şer ve kötülükten, karanlıklar içerisinde yolumuzu kaybetmekten Rabbimize sığınırız. Haset ve öfkenin, kin ve nefretin, batıl ve hurafenin, vesvesenin esiri olmaktan O’na iltica ederiz. Art niyetlilerin, kem gözlülerin, kalbi kararmış, vicdanı taşlaşmışların şerri karşısında O’ndan yardım isteriz.
KUR’AN UYARICIDIR!
Kur’an hep başımın tâcı,
O tek kutsalım, varlığım!
O’nu okumamak ne acı!
O koruyor ruh sağlığım!
Kur’an’sız bu İslâm biter,
Bilir gâvur: O’nu iter!
İç gafiller bilmez mi?
Kur’an’la bacalar tüter!
Vahiyle getirdi Melek!
Müşrike karşı kol-bilek!
Peygamber emanet etti,
Kur’an’ım ne güzel dilek!
Cümle gâvurlar bir olmuş,
İslâma terörist salmış:
Tek amaç Kur’an yok olsun,
Her çıkarcı alet olmuş!
Muhammed’i hedef almak,
O’nu aradan çıkarmak,
Önlenmeli bu ihanet,
OYTAN’ın işi yakarmak
O, Vedûd’dur: Çok muhabbetli, çok şevkatlidir; hem seven hem sevilendir.! Bu sevgi, şevkât ve muhabbet sayesinde tüm varlıklara rızık verir. Bu sınırsız sevgi ve merhameti ile biz kullarına yardımcı olur ve bizi bağışlar! Allah Tealâ, sınırsız lütuf ve kerem sahibidir.O, kulunu sevdiğinde kendisinden istediğini ona verir. Kendi rahmetine sığındığında onu korur. Bağışlanma dilediğinde onu affeder. Yeter ki kul istemeyi bilsin; rabbine iltica eylesin!
İnsanın sahip olduğu en büyük hazine de, sihirli duygu “sevgidir”; Cenab-ı Allah’ı(c.c.) , Peygamber (s.a.s.) Efendimizi, O’nun Ehlibeytini sevmektir! Allah’ın sevdiklerini, değer verdiklerini sevmektir! Allah için birbirini sevmektir! “Yaratılanı, Yaratan için sevmektir! ” Böylece, bu ruh haline kavuşmuş olarak tabii ki birbirimizi sevmektir; insanları, hayvanları, bitkileri, taşı-toprağı, çiçeği-böceği, kısaca tümüyle doğayı sevmektir; yaşamı sevmektir. Karşılıksız, beklentisiz olarak, bizatihî insan olduğu, hayvan olduğu, bitki olduğu, taş-toprak olduğu için, kısaca Allah Tealâ tarafından yaratıldığı için sevmektir! Büyük Derviş Yunus’un ifadesi ile “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir.!” Her yöne, her yana, her şeye sevgiyle bakmaktır. Duyulan sevginin ruhumuzu titretmesidir; sevmek-sevilmek-gönüllere sevgi ekmektir; aç-susuz kalsan da sevgisiz kalmamaktır; bir ilâhî aşk nağmemizde belirttiğimiz gibi tüm insanlığa sevgi taşımaktır.!
İslâm Dini, dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, sevgiye, sevmeye-sevilmeye o kadar değer veriyor ki: “İmân etmedikçe Cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de kâmil anlamda imân etmiş olmazsınız.!” .( Ebu Davud, Edeb, 130, 131) buyuruyor.! Neredeyse birbirimizi sevmenin imân etmiş olmanın ön şartı olarak görüyorlar.!
SEVGİ PINARI
Müminlere durmadan taşırız,
Yükümüz sevgi, özümden sevgi,
Dostla kuru lokma bölüşürüz,
Kalpten aşk akar sözümden sevgi!
Erenler bize sıcaktır, sıcak,
Asırlardır açarız hep kucak,
Aşk, şefkatli bakışa sığacak,
Kalpten aşk akar gözümden sevgi!
Gönül ibremle Mevla’ya döndüm,
Gece boyu hep huşûyla andım,
İlâhî aşkla kavrulup yandım,
Kalpten aşk akar, yüzümden sevgi!
İçimde saklı hisleri sezdim,
Gönlü fethedip başta gezdim,
Şarkı söyleyip şiirler yazdım,
Kalpten aşk akar, sazımdan sevgi!
Saçlarımda kar, şeklim değişti,
Gençlik çiyliğim ateşle pişti,
Ruhumdaki hüzün çok gelişti,
Kalpten aşk akar, sızımdan sevgi!
OYTAN’ım, İslâm yoluna girdim,
Kalbimi-sevgimi ona verdim
Ezelden gönül gözümle gördüm,
Kalpten aşk akar, mâzimden sevgi!
Arkasından yüzünü yıkayınca geriye akan su ile birlikte yüzünün günahları da akar gider. Sonra kollarını dirseklere kadar yıkayınca parmak uçlarından akan sularla birlikte ellerinin günahları da akar gider. Arkasından başını mesh edince saçlarının ucundan akan sularla beraber başının günahları da akar gider. Sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkayınca geriye akan kirli su ile birlikte günahlar da ayakları üzerinden akar gider. Daha sonra kul ayağa kalkar, Allah’a lâyık olduğu şekilde hamd-ü sena eder; arkasından iki rekat namaz da kılarsa anasından doğduğu günkü gibi tüm günahlarından arınır.” buyurdu. (Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.254)
Hiç şüphesiz ki önemli olan ruh temizliğidir, iç temizliğidir, duygu ve düşünce temizliğidir. İnsan kendi içinin-gönlünün temizliğini göremez, hatta alnındaki kiri veya temizliği dahi göremez. İnsanın dışındaki kirlilik ve koku
VAKİT NAMAZLARI
Seherin serin anından,
Teheccüd, namaz şanından!
Melekler gitmez yanından,
Birlikte dua ederim!
Sabah namazı mevcutlu,
Melekler olurlar mutlu!
Kılanlar daim umutlu!
Elimle dua ederim!
Öğle namazım aşk sözüm
Huşû içinde tüm özüm
Huzurda kızarır yüzüm
Dilimle dua ederim!
İkindi namazı hoştur,
Sevmeyenin kalbi boştur,
Kılınması kutsal iştir,
Kalbimle dua ederim!
Akşam namazı has kılınır,
Râb’le baş başa kalınır!
En büyük sevap alınır,
Gönlümle dua ederim!
Müminin hep şansı güler,
Dervişler hep sağlık diler,
Yatsı günahları siler,
Alnımla dua ederim!
OYTAN’ım, vitir has bölüm,
Gelebilir her an ölüm,
Secdede tutulur dilim,
Ruhumla dua ederim!
Edep ve hayâ, Peygamber Efendimizin de işaret ettiği gibi yaratılış hikmet ve gayesine uygun, insana yaraşır bir hayat sürme çabasıdır. Kur’an-ı Kerim’in İsrâ Sûresi’nin 37. ayetinde de kast edildiği üzere, edep ve hayâ, insanın nefsini terbiye etmesi, kendini ve haddini bilmesidir.
Edep ve hayâyı kuşanan kalpte ancak hayır ve güzellik bulunur. Edebi şiar edinmiş bir zihinden ancak faydalı düşünceler sâdır olur. Edeple konuşan bir dilden ancak hayırlı ve hoş sözler dökülür; kendisini ilgilendirmeyen boş sözlerden, dedikodu, yalan, iftira gibi mümine yakışmayan konuşmalardan uzak durur.
Kamil insan olma yolu da bu anlamdaki edep ve hayâ sahibi olmaktan geçer. Müminin söz ve davranışları edeple değer bulur. Edeple yapılan tövbe makbul olur; dua ve ibadetler edeple eda edilirse Allah’a yükselir ve sahibini yüceltir. Bu nedenle insan, her yaşta, her çağda ve her konumda edep ve hayâya muhtaçtır. Edep, bizim medeniyetimizde üstün bir ahlâki meziyet olarak değer görmüştür. Ancak bugün insanlık büyük oranda bir edep ve hayâ mahrumiyeti, bir ahlâk çöküntüsü yaşamaktadır; ahlâki değerler giderek yozlaşmaktadır. Öyle ki, nice zihinler, gönüller ve bedenler edep ve hayâ ile yücelmek yerine edepsizliğin girdabında boğulmaktadır. Her gün hataya teşvik eden, günahı tatlı gösteren, kötüye ve şiddete özendiren; çocukları istismar malzemesi haline getiren, kadınları cinsel meta olarak gören yayınlar yapılmaktadır. Bunlar İslâmla bağdaşan tutum ve davranışlar değildir. Edepsizleşmiş, ar damarı çatlamış bir insan, fıtratındaki yani doğuştan getirdiği edep ve hayâyı kaybetmiş, “en şerefli varlık” olma özelliğini yitirmiştir. Bütün bunların temelinde erdem ve ahlâk üzerine bina edilmeyen bir hayat anlayışının var olduğu açıktır!
DÜNYA HAYATI
İstemem artık dünyayı,
Mevlama yönelmem gerek.
Para-pul-makam-unvanı,
Mevlama yönelmem gerek!
Bütün insanlar hür olsun,
Kalpleri umutla dolsun,
Günleri mutlu-hoş olsun,
Mevlama yönelmem gerek!
Güllere bülbül yakışır,
Sular toprakta akışır,
Âşıklar içten bakışır,
Mevlama yönelmem gerek!
Her müminin bir derdi var,
Herkeste feryat, ah-u zâr,
Göze alınamaz ol Nâr,
Mevlama yönelmem gerek!
OYTAN’ım yetersiz önder,
Resûl’e salâvat gönder,
Zemzemle aşk-ateş sönder,
Mevlama yönelmem gerek!
İnsan, toplumsal bir varlık olarak hayatının her safhasında diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Bu da ancak birbirlerine zarar vermeden yaşamakla ve toplumsal kurallara uyarak sağlanabilir.
İnsanoğlunun nasıl bir varlık olduğunu çözmek gerçekten son derecede zordur! Bakarsın melek gibidir; bakarsın şeytandan da adî bir yaratık olur çıkar. . Bazısına da bakıyorsun, elindekini avucundakini yoksullara saçıp veriyor; onları koruyup kolluyor; Büyük Yunus Emre Hazretlerinin sözü ile “Yaratandan ötürü” yaratılana sevgi-saygı ve merhamet gösteriyor.
Bu durumu Hz.Mevlâna şöyle açıklıyor:
“Biz insanlar öyle mahlûkatız ki, bazen melekler insan olarak yaratılmadıklarına üzülürler; bazen de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler! Hem meleklerden öteye, yukarıya yücelmek, hem de hayvanlardan dahi aşağıya düşmek insana mahsustur! Her iki durumda olmak ta yani düşmek de yücelmek de elimizdedir ve bizim seçimimize bağlıdır! Kime ve neye benzemek istiyoruz; meleklere mi, şeytana mı ? Varmak istediğimiz hedef nedir?”
İnsanoğlunun bu yüksek değerini, evren kadar yüksek değerini en iyi anlayanlardan birisi de Hz. Ali’dir. Veliyullah, kendi kendisini hor gören insana şöyle hitap eder : “Ey insan! Sen kendinin küçük, değersiz bir maddi yapı olduğunu sanırsın. Halbuki sen küçük bir evrensin; büyük evren de sende dürülmüştür!”
Büyük şair Şeyh GALİP, Hz. Ali’nin yukarıdaki sözünü şiir dili ile tercüme eder gibi, bakınız insanı nasıl anlatıyor:
“Ey gönül neden böyle gam dolusun?
Her ne kadar virane olsan da tılsımlı bir hazinesin sen!
Meleklerin secde etmekle emrolunduğu değerli bir varlıksın sen!
Bildiğin gibi değil her şeyden üstünsün sen!
Ruhsun, Cebrailin nefesi ile eşsin, Hak’kın sırrısın, Meryemoğlu İsa gibisin sen!
Zatına hoşca bak, çünkü evrenin özüsün, varlık ve oluşların göz bebeği insansın sen !”
İNSANOĞLU
Hiçbir hayvan boş yere cana kıymaz,
Sen hariç ey canavar insanoğlu!
Acıkmadan buna ihtiyaç duymaz,
Sen hariç ey canavar insanoğlu!
Kâh çıldırır bora gibi esersin,
Ana-baba-kardeş demez kesersin!
Yetmiş iki sülâleni üzersin,
Şeytan tiksinir senden ademoğlu!
Bazen içinde bir melek gizlersin,
Peygamber yaşantısını izlersin,
Vicdanınla nefsini hep yüzlersin,
Melek özenir sana insanoğlu!
Bazen kin-gıybet-nefret senin işin!
Döver-söversin dayanamaz eşin!
Kimse sahip çıkmaz hor kalır leşin,
Şeytan tiksinir senden ademoğlu!
Bazen zikir-şükür-merhamet-şefkat,
Has amel-dua-tövbe-sabır-infak,
Sevgi-saygı-ol Muhammedî ahlâk,
Melek özenir sana insanoğlu!
İyi-kötü olmanın yoktur yaşı,
Kötülükte nefistir elebaşı!
Terbiyede sorumludur her kişi,
OYTAN’ım, bunda zayıftır ademoğlu!
Ayrıca insanın, içyüzünü bilmediği ve kendisini de ilgilendirmeyen bir takım konuların ardına takılıp onlar hakkında ileri geri sözler söylemesi, zan ve tahminlerde bulunması ahrette büyük bir pişmanlık sebebidir: Duymadığı bir sözü duymuş gibi, görmediğini görmüş gibi, şahit olmadığı bir şeye şahitmiş gibi davranıp o yarım yamalak bilgilerle bir takım değerlendirmelerde bulunmak, kişiyi Allah huzurunda kul hakkını çiğnemiş bir günahkâr haline getirir( Prof. Nihat Hatipoğlu, Sabah Gazetesi, 15.05.2015,s. 26) .
Hz. Peygamber(s.a.s.), gıybeti, “Kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır!” şeklinde tanımlamış; sahabîlerden birisinin: “ Ya, kardeşimde o söylediğim durum varsa, ne dersiniz?” diye sorması üzerine: “Söylediğin şey eğer onda varsa gıybet etmişsindir. Şayet yoksa ona iftira etmiş olursun” (Müslîm, Birr, 70) cevabını vermiştir.
Cenâb-ı Allah, kullarının, birbirlerinin arkasından, aleyhlerine konuşmalarını; dedi-kodu yapmalarını, birbirlerinin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırıp gıybetlerini yapmalarını yasaklamıştır ve bu tür davranışları “ölü kardeşinin etini yemek” şeklinde nitelendirmiştir.
MEVLÂM HAS EYLER
Biz bu Âlemi tarasak,
Mevlâm her şeyi has eyler!
Daim hidayet arasak
Mevlâm her şeyi has eyler!
Gençlik, sağlık-huzur dolsa,
Her can tüm muradın alsa,
Kin-gıybet geride kalsa,
Mevlâm her şeyi has eyler!
Mescid-i Nebî’ye varsak,
Sessizce Huzur’a girsek,
Resûl’ün şefaatın dersek,
Mevlâm her şeyi has eyler!
OYTAN’ım, dağlansın özün,
Feda olsun ömür güzün,
Tutulursa her bir sözün,
Mevlâm her şeyi has eyler
( Bakara,2/8).“Şüphesiz ki münafıklar, Cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara bir yardım edici de bulamazsın.” (Nisâ,4/145)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) münafıkların konuştuklarında yalan söylediklerini; verdikleri sözde durmadıklarını; emanete hıyanetlik ettiklerini bildirmiş ve dini tebliğ görevinde kâfirlerle olduğu kadar münafıklarla da mücadele etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de de münafık olan kişiler, “…kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanlar…”(Maide,5/52) olarak nitelendirilmişlerdir.
Münafıkların en belirgin özelliği yalancılıktır. Yaptıklarında samimi olmadıkları için de riyakârdırlar. Yalancı ve riyakârların ne topluma, ne de insanlığa faydası olur! Münafıklar insanların temiz duygularını istismar ederler.Onlar Allah’ı da aldattıklarını sanırlar. Münafıklar insanların arasına ikilik sokarak toplumu bölmeye ve kardeşlik duygularını yok etmeye çalıştıkları halde kendilerini toplumu “düzeltenler” olarak takdim ederler. Laf getirip götürmek ve topluma fitne-nifak tohumlarını ekmek; söz verdiklerinde sözünde durmamak, emanete hıyanetlik etmek onların belirgin vasfıdır. Bunların en bariz özellikleri de inanmadıkları için aslında kılmadıkları halde tanınmamak için durdukları namazda da içten ve samimi olmamalarıdır…(Dr.Fatih Yücel, Münafık İnanmadığı Halde İnanmış Gözüken Kimsedir, Kur’ân’dan Öğütler 2, D.İ.B.Yayını , s.190-191 )
AHİRET İNANCI
Bencil nefisler hep azar,
Kendi kuyusunu kazar,
Melekler ameli yazar,
Görsün defter açılarak!
Emre uygun tavır takın,
Rabbe karşı gelme sakın!
Gidiliyor akın akın!
Kurtulunmaz kaçılarak.
Hani, nerede ermişler?
Suya seccade sermişler?
Râb rızasını dermişler?
Göçtüler bez biçilerek!
Helâl rızka haram katar,
Kendisini Nâr’a atar
Akılsız pisliğe batar,
Çıkılmaz hep içilerek!
İyilik-haslık seçilsin,
Ahrette hasat biçilsin,
OYTAN’ım, Sırat geçilsin,
Nur bulunur geçilerek!