......

SPOR HABERLERİ

PİYASALAR

altın fiyatları

Online Ziyaretçi

Günlük: 83
Haftalık: 849
Aylık: 4975
Toplam: 369314

Hz İsa (a.s) ve yılan hikâyesi

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 09.04.2020 15:46:35 | Görüntüleme : 2464
İsa (a.s.) bir gün bir köye uğrar. Köyde bir elbise boyacısı vardır ki, bütün köylüler ondan şikâyetçidirler. Çünkü boyacı elbiseleri boyamak için bir yandan sularını kesmekte, bir yandan da boyalarla suyu kirletmektedir.

Köylüler toplanarak hep birden boyacıyı İsa (a.s.)’a şikâyet ederler:

– “Ey İsa! Bu adama öyle bir beddua edin ki gidişi olsun, fakat bir daha dönüşü olmasın.” Bunun üzerine İsa Peygamber de şöyle dua eder:

– “Allah’ım! O adama öyle siyah bir yılan musallat et ki, onu sokup öldürsün. Bir daha da gelmek nasip olmasın.”

Boyacı her zamanki gibi yine yanına üç ekmek alarak suyun kenarına gider ve elbiseleri boyamaya koyulur. Tam bu sırada yanında bir abid (kendisini Allah’a ibadete adayan bir kimse) beliriverir. Abid oradaki dağlardan birinde ibadetle meşgul olmaktadır. Boyacıya selam vererek ona,

– “Yanında yiyecek içecek bir şeyin var mı? Şu kadar zamandır ağzıma bir lokma ekmek bile koymadım. Kendisini görsem veya koklasam yine bana yetecek” diye çok aç olduğunu bildirdi.

Boyacı hemen elini çantasına atar ve bir ekmek çıkararak abide uzatır. Abid, – “Ey boyacı!” der. Allah (c.c.) senin günahlarını affetsin, kalbini günahlardan arındırsın.”

Boyacı ikinci ekmeği de uzatınca abid, – “Ey boyacı, Allah geçmiş ve gelecek günahlarını affetsin” der.

Bu defa da son ekmeğini uzatınca; – “Ey boyacı, Allah (cc) sana Cennette bir köşk nasip etsin” diye hayır duada bulunur.

Akşam olunca boyacı köye döner. Köylüler şaşkın şaşkın kendisini süzmekte ve neden ölmediğine hiçbir mana verememektedirler. Kesin olarak inanmaktadırlar ki, Allah yolunun temsilcisi olan bir Peygamberin bedduası muhakkak ki yerini bulmalıdır. İşte bu düşünceler altında köylüler toplanarak hep birden yine İsa (a.s.)’ın huzuruna varırlar. Durumu kendisine bildirince O da:

– “Çağırın onu bana” der. Çağırırlar, boyacı da gelir, İsa Peygamber kendisine şunu sorar: – “Ey boyacı, anlat bakalım bugün ne iyilik yaptın?”

Boyacı, su başında bir abide rastladığını, ona ekmeklerini verdiğini, her bir ekmek verişinde de ayrı ayrı duasını aldığını bir bir ortaya döker.

Durumu anlayan İsa Peygamber bu defa çantasını getirip açmasını söyler. Adam da çantasını getirerek açar. Bir de bakarlar ki çantanın içinde simsiyah bir yılan yatıyor. Herkes hayretle bakakalır.

İsa (a.s.) yılana yaklaşarak: -“Ey siyah yılan!” der. “Anlat bakalım, neden bu adamı sokup öldürmedin?” Yılan derin bir mahcubiyet içinde şöyle cevap verir:

“Ey Allah’ın Peygamberi! Dağdan birisi indi, ekmek istedi, boyacı da bütün ekmeklerini vererek onun karnını doyurdu. Karnı doyan adam boyacıya art arda üç hayır duada bulundu ki sormayın. Bir melek ayakta durarak devamlı “amin (kabul et ya Rabbi!)” diye yalvarıp yakardı.

İşte o sırada Allah c.c. bir melek göndererek demirden bir gemle benim ağzımı gemletti, ben de boyacıyı sokup öldüremedim.

İsa (a.s) sonunda boyacıya müjdeyi vererek şu tavsiyede bulunur: “Ey boyacı! Bundan böyle kendine yeni bir iş tut. Şüphesiz ki Allah c.c. seni affetti.”

Hayırlı ve sağlık günler…



Sadaka-i cariye

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 09.04.2020 10:11:28 | Görüntüleme : 2420
Sadaka, Allah rızası için fakirlere verilen mal, para, ilim gibi insanın muhtaç olduğu herhangi bir şeydir.

 Sadaka-i cariye ise, öldükten sonra da amel defterimize sevap yazdıran sadakadır. Sahip olduğumuz bütün nimetler, Allah’ın bizlere ikramıdır. Rabbimizin emanetidir. Bu nimetler, hepimiz için aynı zamanda birer imtihan vesilesidir. Rabbimizin bizler için var ettiği nimeti O’nun rızası doğrultusunda kullanmak mümin olmanın ve takva bilincini kuşanmanın bir gereğidir. İyiliğe ulaşmanın olmazsa olmaz şartıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”

Sadaka-i cariye; ardından nesiller boyunca istifade edilecek bir hayır bırakmaktır. Rabbimizin lütfu olan mal ve serveti ibadete dönüştürmektir. Bencilliği ve dünya hırsını bir kenara bırakarak cömertliği ve ihsanı tercih etmektir. Sahip olduklarımızı sadece kendimiz için harcayıp tüketmek yerine toplumun faydası için de kullanma erdemini göstermektir. Geçici dünya nimetlerini ebedi hayatı kazanmak için bir vesile kılmaktır. İyiliğimizin, infakımızın ve yardımlarımızın kalıcı olmasını, sevaplarının sürekli hale gelmesini sağlamaktır. Bu yönüyle aslında sadaka-i cariye, bugün olduğu kadar gelecekte de kendimize iyilik etmektir.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır, olarak her ne harcarsanız hiç hakkınız yenmeden karşılığı size tastamam ödenir.” O halde geleceği inşa eden her türlü iyilik hareketi, bu dünyaya olduğu kadar ahirete de yatırım yapmak anlamına gelir.

Sadaka-i cariye, zaman ve mekânla sınırlı olmaksızın hayır işleme gayretidir. Sadaka-i cariye, öldükten sonra bile amel defterini kapatmama arzusudur. Allah Resûlü (s.a.s) bu durumu şöyle dile getirmiştir: “İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. Sadaka-i cariye yani faydası kesintisiz devam eden hayır, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.”

İslam medeniyeti asırlardır hayır ve hasenatın, iyilik ve ihsanın öncülüğünü yapmıştır. Ecdadımızın sadaka-i cariye niyetiyle inşa ettiği nice cami, çeşme, hastane, kütüphane, köprü ve okul bugün bizim hayatımızda iyiliği yaşatmaya devam etmektedir. Allah’a hamdolsun ki milletimiz bir yandan ecdat yadigârını

korumanın diğer yandan da yarınlara kalıcı eserler bırakmanın idraki içindedir. Sadakati, samimiyeti, mutedil ve ferasetli bir harcamayı temsil eden sadaka-i cariye hususunda, insanımız daima duyarlı davranmıştır. Bu aziz milletin fedakâr ve cömert eli, sadece ülkemizde değil, dünyanın dört bir köşesinde iyilik dağıtmaktadır. İslam’ın şiarı olan ezanların yeryüzüne dalga dalga yayıldığı, ümmetin aynı kubbe altında, aynı safta omuz omuza namaza durduğu binlerce cami, milletimizin gayretiyle inşa edilmiştir. Sadakanın ve infakın bereketine gönülden inanan milletimiz, ne zaman dara düşse, bu camilerden yükselen dualarla desteklenmiştir.

Allah kabul eylesin. Güzel eserlerde buluşmak üzere kalın sağlıcakla…



Allah’ın kutlu elçilerine saygı

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 04.04.2020 11:34:30 | Görüntüleme : 2356
Yüce Rabbimizin biz insanlara en büyük lütfu ve inayeti, yol gösterici ve hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerdir.

Peygamberlere iman, İslâm inanç sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır. Allah’ın kutlu elçilerini saygı ve tazimle yâd etmek, hepsine salât ve selâm getirmek, yüce dinimizin bize en önemli buyruğudur. Her gece yatsı namazından sonra okuduğumuz “Biz peygamberler arasında ayrım yapmayız.” ayet-i kerimesi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in Miraç hediyesi olarak insanlığa getirdiği evrensel bir mesajdır. Biz Müslümanlar, bu mesajla bütün peygamberlere, insanlığın yolunu aydınlatan, onlara huzur ve barış önderliği yapan kutlu elçiler olarak iman ederiz. Peygamberlere saygıyı, kurtuluş yolunun bir gereği kabul ederiz. Peygamberler olmasaydı insanlık hidayet yolunu nasıl bulurdu? Nefsin ve şeytanın aldatmasına karşı insanlığı kim uyarırdı? Huzur ve barış için kim sabır, metanet ve itidal öncüsü olurdu?

Peygamberler, Yüce Rahman’ın rahmet mektebinin birer öğretmenidir. Kalp gözümüzü onlar açtı, doğru yolu onlar gösterdi. Medeniyet adına insanlık, onlara çok şey borçludur. Peygamberler, insanları küfrün karabataklığından, bir olan Allah’ın tevhit yoluna, bilgi ve inancın aydınlığına çağıran kutlu elçilerdir. Bugün gaflet, dalâlet, cehalet, fitne, kin ve intikam çıkmazında boğulan insanlığın, onlara her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır.

Bütün peygamberler aynı ilâhî sözün elçileridir. Aynı kaynaktan fışkıran hayat pınarı, hikmet ışığı ve hidayet rehberidir. Onlar ilimle ameli, hayatla ahlâkı, hikmetle irfanı, bugünle yarını, dünya ile ahireti buluşturan ve barıştıran insanlık önderleridir.

Onlar güzelle çirkini, faydalı ile zararlıyı, adaletle zulmü, ilimle cehaleti, samimiyetle gösterişi ayırt eden insanlık rehberleridir. Onlar, Yüce Yaratanla ve çevreyle olan ilişkilerin, ahlâkın ve toplumsal hayatın temel ilkelerini ortaya koyan insanlık öncüleridir. Âdem insanlığın atası, İdris ilâhî hikmetin babası, Nuh zanaatın / tekniğin simgesi, İbrahim akıl devriminin mimarı, Lut ahlâk savunucusu, Yakup sabrın ve şefkatin sembolü, Yusuf vefanın ve asaletin adı, Musa hukukun, özgürlük savaşının ve ahdin timsali, İsa sevginin, rahmetin ve bağışlamanın adresi. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ise aklın, ilmin, ahlâkın, sabır ve vefanın, güçlüyken müşfik olmanın, haklıyken özveride bulunmanın,

haksızlığa karşı en gür sesin, aklın ve imanın önündeki en büyük engel olan batıl inanç, bilgisizlik ve kör inada karşı yüreğini ortaya koymanın adıdır...

Müjdeler olsun Allah’ın kutlu elçilerine saygıda kusur etmeyenlere! Müjdeler olsun Allah’ın kutlu elçisini örnek alanlara! Müjdeler olsun Allah’ın kutlu elçisinin yolundan gidenlere!

Kalın sağlıcakla…



Hangi Peygamberin Kızısın?

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 26.03.2020 07:53:21 | Görüntüleme : 2560

Cemâleddîn-i Aksarâyî Hazretleri anlatır:

Tâbiînden Hasan-ı Basrî Hazretleri bir gün dergâhta otururken ihtiyar bir kadın gelir ve

-Efendi hazretleri, benim bir kızım vardı öldü. Hasretine dayanamıyorum

Bana bir dua öğret de rüyamda görüp hasretimi gidereyim, der. Hasan-ı Basrî Hazretleri gerekeni yaptıktan sonra kadın gider. Fakat kadın, ertesi gün gözleri kan çanağı gibi olduğu hâlde ağlayarak tekrar dergâha gelir. Hasan-ı Basrî Hazretleri kadına;

-Niçin ağlıyorsun? Diye sorunca kadın;

-Kızımı rüyada gördüm, ama üzerine katrandan bir elbise giydirmişler cayır cayır yanıyor, cevabını verir.

Hasan-ı Basrî Hazretleri ve yanında bulunanlar kendi sonlarının nasıl olacağını düşünerek ağlaşmaya başlarlar.

Aradan bir müddet geçtikten sonra Hasan-ı Basrî hazretleri, rüyasında kendinin vefat ettiğini ve cennete girdiğini görür. Cennette gezerken muhteşem bir köşk ve önünde bir kadın görür.

O kadına;

-Yavrum sen hangi Peygamberin hanımı veya kızısın? Diye sorar.

Kadın;

-Efendim ben, bir Peygamberin hanımı veya kızı değilim. Geçen gün size gelip de sizden rüyasında kızını görmek isteyen kadının kızıyım, cevabını verir.

Hasan-ı Basrî Hazretleri;

-Kızım annen senin Cehennemde yandığını söylemişti. Hâlbuki sen yüksek makamlardasın. Bu makama nasıl ulaştın? Diye sorar.

Kadın;

-Efendim biz kabir hayatında beş yüz elli kişi azâb görüyorduk. Bir mümin kabristana gelip on bir İhlâs, on bir Felak, on bir Nâs sûresini okudu. Kabristanda yatan müminlerin ruhlarına bağışladı.

Allahü teâlâ bize azâb eden meleğe; “Benim ayetlerim ve adım hürmetine burada bulunan ve azâb görenleri affettim. Onlara azâb etmeyin ve birer makam verin” buyurdu. Onun için bu makama geldim cevabını verir…”

Netice olarak, ölen yakınlarımızı seviyorsak, onları üzecek kötü amellerden sakınmamız ve onlara dua etmemiz, sadaka vererek, hayır, hasenat yaparak imdatlarına koşmamız lazımdır…



Olmaya devlet cihanda bir sıhhat nefes gibi

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 24.03.2020 10:05:52 | Görüntüleme : 2422
Kanuni Sultan Süleyman, kendisine büyük sıkıntılar yaşatan o zamanlar tedavisi mümkün olmayan ve neticede ölümüne sebep olan, Gut Hastalığı için ne güzel söylemiş…

”Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.””Bu demektir ki, sağlık her şeyden önce geliyor.

Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan küçücük bir corona virüsü; dünyanın her yerine yayılıyor, hayatımızı allak bulak ediyor. Sağlık yapısı sağlam kurulmuş ülkelerde az, diğer ülkelerde ise derin yaralar açarak ilerleyip gidiyor. Öyle ki zengin fakir, mevki makam, ünlü ünsüz ayırmıyor. Elbette can çok tatlı, tedbir almazsak ah vah deriz, neticede üzülürüz veya üzeriz.

Ülkemizde sağlık alanında yapılan yatırımların önemi, böyle zamanlarda kendini gösteriyor. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye söylediği “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” düsturu, devlet içinde insanın önemini ne güzel açıklamaktadır. Bu yüzden Devletimiz, insan sağlığına büyük önem vermektedir. Özellikle şehir ve üniversite hastaneleri gururumuz. Diğer sağlık kuruluşlarını da unutmamız mümkün değil. Ülkemizde, herkesin sağlık imkânlarından faydalanması ise önemli bir gelişme.

Salgın virüste amaç, en az zararla neticeye ulaşmaktır. Bu bağlamda, hastalığın insan odaklı olması nedeniyle bizlere çok önemli görevler düşmektedir. Telaşa ve paniğe gerek yok, sadece Yetkililerin açıklamalarına kulak vermemiz çok önemlidir. Virüsün panzehiri olan temizliğe çok dikkat etmemiz, gerek olmadıkça evlerden dışarı çıkmamamız gerekiyor. Görüldüğü üzere, İtalyan vatandaşları kurallara uymamanın bedelini ağır ödemişlerdir. Virüsü, sadece Ümreye gidenlere bağlamak elbette yanlıştır. Ancak yurt dışı bağlantısı ile bulaştığı aşikârdır. Felaket tacirlerine kulak asmayalım.

Devletimiz, salgın virüs konusunda başından beri üzerine düşen görevleri en güzel biçimde yapmaktadır. Resmi ve özel sağlık kuruluşlarımız hastalar için teknik donanımları ve sağlık personelleri ile gereken hizmetleri yapmaktadırlar. 81 ilimizde hızlı tetkikler yapılarak, hastaları hızlı bir şekilde kontrol altına almak hedeflenmektedir.

Tüm çalışmalarla salgın virüse karşı, birlik ve beraberlik içerisinde topyekûn ciddi bir savaş veriyoruz. Katkı sunan herkese teşekkür ediyorum. Millet olarak çok badireler atlattık, başarı ile çıkmasını bildik. Allah’ın izniyle, coronayı yeneceğiz.

İnancımız gereği, tedbir bizden takdir Allah’tandır.

Hastalıktan uzak, sağlıcakla kalın…



Kaşıkçı Dede

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 18.03.2020 07:55:41 | Görüntüleme : 2567
Kilitbahirli Kaşıkçı Dede’nin himmetine şahit olan, sonraki yılların büyük velisi Konya Ladik’ten Ahmet Ağa hadiseyi şu şekilde anlatıyor:

 “15 Temmuz 1915 sıcak bir yaz günü. Bir taraftan düşmanın ateşi, öte yandan güneşin harı kavurur yarımadayı. Mehmetçiğin en büyük ihtiyacı su olur o günler. Cepheye yeni sevk edilen bir bölük asker, Bigalı köyüne doğru yola çıkarılır. Askerlerimize susuzluğun harareti tam çökmek üzeredir ki yolun sol tarafında çeşme başında sakallı bir dede seslenir onlara: “Gelin evlatlarım soğuk su vereyim, gelin doldurun mataralarınızı.” Koşarlar o tarafa doğru. Geri kalıp susuz kalmamak için gizli bir yarış başlar içlerinde. Bir de bakarlar ki çeşme akmıyor. (Bu çeşme halen mevcut olup kışın aktığı halde haziran gelince suyu kesilir.) Dedenin elinde bir toprak testi vardır; ama o da taş çatlasa 10-15 litre su alır. Hiç 300-400 kişiye ufacık testinin suyu yeter mi? Kaşıkçı Dede; “Acele etmeyin yavrularım, için kana kana, doldurun mataralarınızı.” der. Lâdikli Ahmed Efendi hiç acele etmez ve hep en sonu bekler. Anlaşılan haberdardır bazı şeylerden. Nihayet herkes matarasını doldurur; ama testide hâlâ su bitmez! O da uzatır matarasını, içer kana kana suyunu. Hâlâ toprak testide su vardır. Ahmetcik dayanamaz sorar, “Dede senin adın ne?” diye. “Kaşıkçı Dede derler evladım bana. Kilitbahir Köyünde otururum. Evladım cephede yaralanırsan matarandaki bu sudan döküver yarana. Biiznillah şifa bulursun.” der.

Ahmet, bu sözü unutmaz ve matarasındaki suyu da bitirmez, saklar. Bir müddet sonra arkadaşları ile beraber yaralanır ve aklına su gelir. Döker kendi ve arkadaşlarının yaralarına. Şifa bulurlar. Çok geçmez bir daha yaralanır; ama bu defaki hem daha ağır ve hem de su bitmiştir. Eceabat’taki vapur hastaneye getirilir. Biraz iyileşince hava değişimine gönderilmek istenir. O, cepheye gitmek ister. Soğanlıdere’deki asker ağabeyini ziyaret etmek üzere bir günlük izin alır. Ağabeyinin şehit olduğunu öğrenir. İçinde fırtınalar kopar ve o duygularla dönerken Kilitbahir Köyüne uğrar. Kaşıkçı Dede’yi sorar birkaç kişiye. ‘Burada öyle biri yok’ derler. Bir başkası ise; “Yüzlerce yıl önce yaşamış bir evliyanın kabri var. Biz ona Kaşıkçı Dede deriz.” der. O mübarek Allah dostunun kabrini gösterirler. Hep beraber dua ederler. Bu arada Ladikli Ahmet meseleyi gönlünde çözer. Artık testiyi de anlar, suyu da.”

Haydi hayırlısı...



Virüs uyarılarına dikkat edelim

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 9 ay önce / 14.03.2020 12:00:24 | Görüntüleme : 2395
Önümüzde ki bu 3 haftada, olası salgını önlemek için alınacak tedbirler çok önemli. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, gelişmeleri çok yakından takip ediyor. Sağlık Bakanlığı bu hassas süreci çok güzel yönetiyor. Sağlık Bilim Kurulu, virüsün yayılmaması için gerekli her tedbiri alıyor. Diğer tüm kurumlar üzerlerine düşen görevi layıkıyla yapmaya çalışıyorlar.

16 Mart itibari ile okullar 3 hafta tatil edildi ve Yetkililerce birçok önlem kararı alındı…

Peki, neden kritik bu 3 hafta?

Salgının görüldüğü ülkelerden elde edilen tecrübelere göre ilk vaka saptandıktan sonra virüs 3-4 haftada hızla yayıldı ve salgına döndü... En yakın örneği İtalya..Önlemleri yetersiz ve geç aldığı için ölüm sayısı beklenenden çok oldu... Okul yaş grupları hijyene yeterli dikkat etmez ve aslında en hızlı virüsleri onlar yayarlar eve getirirler ve evdekileri hasta ederler, bu yüzden okullar tatil edildi... Maçlar seyircisiz oynanacak, Ulusal kongreler iptal edildi, toplu gösteriler vs. ertelendi, yani sosyal faaliyetlerin en aza indirgenmesi planlandı... Lütfen okullar tatil oldu diye AVM 'leri doluşmayalım. Lütfen okullar tatil oldu diye, valizimizi alıp terminallere koşmayalım, toplu taşıma araçlarını kullanmayalım. Lütfen bu 3 hafta; evimizde sakin sakin oturalım, oyunlar oynayalım, kitaplar okuyalım.

Lütfen bu 3 hafta offf çok sıkıldık, hadi çay içmeye gidelim veya siz bize gelin misafirciliği yapmayalım. Lütfen bu 3 hafta mümkün olduğu kadar az toplu taşıma kullanalım ve hasta isek 14 gün evden dışarı çıkmayalım. Lütfen bu 3 hafta boyunca sarılmayalım, öpüşmeyelim, tokalaşmayalım. Lütfen Sağlık Bakanlığı’nın uyarı ve önerilerini dikkate alalım. Sosyal sorumluluklarımızı yerine getirelim ve üzerimize düşen görevlerimizi azami şekilde uygulayalım.

Bu pandemide, salgının az görüldüğü ve ölüm sayısının hiç görülmediği Ülke olarak belki tarihe adımızı yazdırabiliriz...

Unutmayın önlemleri yetkililer karar alır, ancak uygulayacak olan bizleriz. Yani olası salgını durduracak olan bizleriz.

Tedbir bizden, takdir Allah’tan.



TEDBİR BİZDEN TAKDİR ALLAH’TANDIR

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 10 ay önce / 13.03.2020 07:42:17 | Görüntüleme : 2426
En hafifinden en ağırına kadar hastalık dünya imtihanlarından biridir. Tarih boyunca pek çok hastalık Allah’ın yardımı ve insanların gayretli araştırmaları ile tedavi edilmiştir. Bugün dünyanın dört bir köşesine yayılan Koronavirüs’ün de inşallah şifası bulunacaktır. Nitekim Resûl-i Ekrem’in buyurduğu gibi “Allah, indirdiği her hastalığın muhakkak şifasını da vermiştir.” Bizlere düşen ise hastalığa yakalanmamak için tedbiri elden bırakmamaktır.

Bu salgından korunmak için öncelikle beden, kıyafet, yiyecek ve çevre temizliğine dikkat edelim. Bulunduğumuz ortamı sık sık havalandıralım. Öksürdüğümüz ya da hapşırdığımız zaman tek kullanımlık mendillerle veya dirseğimizin iç kısmıyla ağzımızı kapatalım. Kalabalık ortamlardan uzak durmaya gayret edelim.

Özellikle lavabo, abdesthane, kapı kolu ve masa üstleri gibi el temasının yoğun olduğu alanları temiz tutalım. Ellerimizi her zamankinden daha fazla sabunla ve ovalayarak yıkayalım. Kirli ellerimizle ağzımıza, burnumuza ve gözümüze dokunmayalım. Camilerimizde ortak tespihleri kullanmak yerine parmaklarımızla ya da şahsi tespihimizle tesbihatımızı eda edelim.

Şayet yurt dışı seyahatinden dönmüşsek, on dört gün boyunca evimizden dışarı çıkmamaya özen gösterelim. Umre ziyaretinden dönenlerin de bu hususa dikkat etmesini ve ziyaretçi kabul etmemesini sağlayalım.

Bizler samimi ve sıcakkanlı bir milletiz. Dost ve arkadaşlarımızla musafaha eder, tokalaşır ve kucaklaşırız. Elbette bu davranışlar çok güzel ve değerlidir. Ancak bulaşıcı hastalıkların yaygın olduğu bu dönemde böyle uygulamalara ara vermek sorumluluğun ve tedbirin gereğidir. Bilhassa camilerimizde yaygın olan namaz sonrası musafaha uygulamasına ara verelim. Tokalaşmadan belli bir mesafeden birbirimize gönül selamı vererek hal hatır soralım.

Belli bir yaşın üzerinde olanlar Koronavirüs’den daha fazla etkilenmekte ve risk grubunda yer almaktadır. Dolayısıyla bu günlerde yaşlılarımız evlerinde istirahat etmeli ve kalabalık ortamlardan uzak durmalıdır.

Sağlık, Rabbimizin bize emanetidir. Mümine düşen, bu emanete sahip çıkmak, onu korumak için gayret göstermektir. Bu sayede Allah’ın yardımıyla huzura kavuşuruz. Dertlerimize deva, hastalıklarımıza şifa buluruz. Nitekim Kur’an-ı

Kerim’de Hz. İbrahim (a.s) Rabbimizi şöyle anlatır: “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. O, beni yediren ve içirendir. Hastalandığımda bana şifa veren O’dur. Beni öldürecek ve sonra diriltecek olan da yine O’dur.”

Öyleyse yaşadığımız salgın hastalık karşısında hem kendi sağlığımızı hem de çevremizdekileri korumak için tedbirli davranalım. Aksi halde kendi sağlığımız yanında başkalarının sağlığını da tehlikeye atacağımızı, bunun da kul hakkı olacağını unutmayalım.

Elbette Rabbimizin bir takdiri vardır. Mümine düşen ise tedbir almaktır. Mümin her haliyle mutedil ve dengelidir. Meseleyi hafife almadan, abartıp paniğe kapılmadan, soğukkanlılıkla, aklımızı ve bilgimizi kullanarak bu salgınla mücadele etmek hepimizin vazifesidir.



ALLAH TEMİZDİR, TEMİZLİĞİ SEVER

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 10 ay önce / 06.03.2020 07:40:10 | Görüntüleme : 2430
Temizlenme imkânına sahip olduğu halde, üstü başı kirli, saçı sakalı bakımsız, evi barkı düzensiz olan kişi, insanların yanında olduğu gibi Allah’ın katında da makbul değildir.

 Çünkü Allah’a hakkıyla ibadet ederek O’nun rızasını kazanmak ancak temizlikle mümkündür. Unutmayalım ki abdest ve gusül, eşsiz bir temizlik sistemidir ve başta namaz olmak üzere birçok ibadetimizin ön şartıdır. Beden temizliğine, ağız ve tırnak bakımına özen göstermek, haftada en az bir defa bilhassa Cuma günü yıkanmak Peygamberimizin sünnetidir.

Rabbimizin sevgisi, sade, temiz ve takva sahibi kimseleri kuşatır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Mescid-i Dırâr’da asla namaza durma! Daha ilk günden temeli takva üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.”

Peygamberimiz, bu ayette övülen Kubâ ehline “Siz nasıl temizleniyorsunuz ki Allah Kur’an’da sizden övgüyle bahsediyor?” diye sorunca “Biz su kullanarak her türlü kirden temizlenmeye özen gösteriyoruz.” cevabını almıştır.

Hayatta her iyiliğin ve güzelliğin başı sağlık, sağlığın başı ise temizliktir. Geçmişte olduğu gibi bugün de salgın hastalıklar, yeryüzünü dolaşmaya devam ediyor. Dünyanın dört bir köşesini tehdit eden virüsler, toplu kayıplara sebep oluyor. Rabbimize şükürler olsun ülkemizde bir vakaya rastlanmadı. Ama kendimizi ve sevdiklerimizi korumak için hepimize sorumluluk düşüyor.

Çeşitli virüs salgınlarından etkilenmemek için tedbiri elden bırakmayalım. Temizlik kurallarına her zamankinden daha fazla riayet edelim. Ellerimizi günde birkaç defa sabunlu suyla ovalayarak yıkayalım. Ellerimiz kirli iken gözümüze, burnumuza ve ağzımıza dokunmayalım. Bedenimizin zayıf düşmemesi için bol sıvı tüketelim. Dengeli beslenelim ve düzenli uyuyalım. Hapşırırken ya da öksürürken bir mendille, mendil yoksa dirseğimizin içiyle ağzımızı kapayalım. Yaşadığımız mekânları sık sık havalandıralım. Dinimizin haram kıldığı ve bedenimizi hastalıklara açık hale getiren sigara, alkol, uyuşturucu ve benzeri zararlı maddelerden uzak duralım.

Peygamber Efendimiz, “Hastalıktan önce sağlığın kıymetini bilmeyi” bize tavsiye etmiştir. Bazen Peygamberimizin bu uyarısını unutuyoruz. Sıhhatli bir

bedene sahip olmanın değerini ancak kaybettikten sonra anlıyoruz. Oysa temiz yaşamak ve sağlığımızı korumak öncelikle bizim görevimizdir. Tedbir bizden, takdir ise Cenâb-ı Hak’tandır. Unutmayalım ki Peygamberimiz şöyle buyurur: “Allah güzeldir, güzel olanı sever; temizdir, temizliği sever; kerem sahibidir; cömertliği sever.”

Yüce Rabbim, başta ülkemiz ve İslam beldeleri olmak üzere tüm insanlığı salgın hastalıklardan, bela ve musibetlerden muhafaza buyursun.

Şu an sınır ötesinde istiklal ve istikbalimiz için şanlı bir mücadele veren kahraman ordumuza zafer nasip eylesin. Âmin!



MADEM ÖYLE, İŞTE BÖYLE

Yazar : Süleyman GÖKSU | Tarih : 3 yıl, 10 ay önce / 04.03.2020 07:48:20 | Görüntüleme : 2356
İdlip’te Rusya tarafından, Regaip Kandilinde insafsızca 33 askerimizin şehit edilmesi Milletimizi derinden üzmüştür.

 Türkiye düşmanları, Kahramanlarımıza karşı bu yanlış hareketi bilerek yapılmışlardır. İnsanlarımız, Şanlı Al Bayrağımızın eşliğinde birlik ve beraberliğin en güzel örneğini göstermişlerdir. Daha da ileri gidilerek ambülânslar bile topa tutulmuştur. Bunun arkasında Suriye ve İran’ın olduğu muhakkak. Rusya’nın yaptığı havadan sudan açıklamalar gerçekten uzaktır. Nato’nun yaptığı toplantı göstermelikten başka bir şey değildir. Birleşmiş Milletler, olanı biteni seyretmekte, hiçbir icraat göstermeyerek tarafsızlığına gölge düşürmektedir.

Mültecilerin her sıkıntısını Türkiye çekmiş, kapılar açıldığında insanlık dışı hareketlere girişenlerin foyaları ortaya çıkmıştır. İnsan hakları sloganları sadece lafta kalmıştır. Sığınmacılar konusunda, Türkiye haricinde kimse vazifesini yapmamıştır. Söz verilmesine rağmen maddi miktar, maalesef Ülkemize gönderilmemiştir.

Olaydan önce koordinatlar bildirilmiş, ilk atıştan sonra da uyarılarımıza rağmen üzücü hadise maalesef gerçekleşmiştir. Türkiye’nin çok yakınımızdaki bölgede bulunmasının nedeni, terör devleti kurma çabalarına engel olmaktır. Bu sayede sınır bölgesindeki illere tedirginlik vermenin önüne geçilmiştir. ABD ve Rusya’nın petrol için uzaklardan gelerek bulunması ilgi çekici bir durum. Kimse, ABD ve Rusya’nın Suriye’de ne işi var diye sormuyor. Çok öncelerde hazırlanan senaryo uygulanmaya çalışılmaktadır. Tavşan kaç tazı tut taktiği işin başka bir yönü.

Bir askerimizin şehit olmadan önce ailesine yazdığı mesaj, neden orada olduğumuzun en güzel şekilde açıklamaktadır. Hazımsızlık içerisinde bulunan Suriye Rejimine karşı ne gerekiyorsa yapılmıştır. Yapılmaya da devam edilmektedir. Belirlenen yerler, bombardıman atışına tabi tutulmuştur. Yaptıkları yanlarına kar kalmamıştır. Adeta yerin dibine batırılmışlardır. Hainler neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Rejim unsurları yaptıkları yanlışlıkların neye mal olduğunu bizzat yaşamışlardır. Madem öyle, işte böyle. Yaptığın kalleşliğin sonucuna katlanırsın. Şehitlerimizin kanları hiçbir zaman yerde kalmayacaktır.

22 Ekim 2019’da imzalanan Soçi Mutabakatında belirlenen 10 madde tam ayrıntılarıyla uygulanmalıdır. Hiçbir ülke hesap peşinde olmamalıdır. Uluslar arası hukuktan kaynaklanan her şey yerine getirilmelidir.

Şehitlerimizin kanları yerde kalmayacaktır. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, Gazilerimize acil şifalar diliyorum. Vatan sizlere minnettardır.