Günlük | : | 83 |
Haftalık | : | 849 |
Aylık | : | 4975 |
Toplam | : | 384064 |
BİR AYET
“ Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar…! (Hûd, 11/112).
BİR HADİS
“İçinizde, en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlâkı en güzel olanlarınızdır.(Tirmizi)
Oraya Medine-i Münevvere’nin ilk mescidi yaptırıldı. Mescid yapılırken, Resulullah (s.a.s.), Ebu Eyyub el Ensari’nin (r.a.) evinde misafir olmuştur. ilk hali, 35 x 30 ebadında olan ve üç kapısı bulunan Mescidin inşaatında Peygamber Efendimiz de çalışmışlardı.
Mescid-i Nebî’nin en değerli kısmı, hiç şüphesiz, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin yaşadıkları Hücre-i Saadet kısmıdır. Hücre-i Saadet kısmında, Mescid-i Nebî’ye bitişik 9 adet oda vardı: Bunlardan birisi, Resulullah’ın gözünün nuru kızı Fatımatüz Zehra’nın (r.a.) evi idi; diğer sekiz adeti hanımlarına ait idi. Hanımlarından birisinin, oğlu İbrahim’in annesi, Mariye validemizin evi ise Avali bölgesi denilen yerde idi. Hz. Peygamber Efendimiz, Medine’deki hayatını bu evlerde geçirmişlerdir.
Hücre-i Saadet’den çıkıp Mescid kısmına geçip, namaz kıldırıp ibadet ederlerdi. Bu kısma Ravza-i Mutahhara = Cennet Bahçesi adı verilir.Bu Cennet Bahçesinden aşağıda bahsedeceğiz inşallah.
Mescid-i Nebevî, 1400 seneden beri hemen hemen her dönemde genişletilmiş; yenilenmiş, imar edilmiş ve bugün aşağıdaki hale getirilmiştir:
-Bugün Mescidin alanı, 98.500 metrekaredir. Mermer kaplı, üstü açılıp kapatılabilen bölümler ve avlu kısmı da dahil, alanı 400.000 metrekareyi bulmaktadır. Bu alanda bir milyon kişinin aynı zamanda namaz kılabildiği bilinmektedir.
-Minarelerin sayısı dörtten ona ulaştı; her birinin yüksekliği 104 metredir; 16 ana girişe 70 adet daha kapı eklenerek toplam kapı sayısı 86’ya ulaştırıldı; ayrıca, her yapıya iki yürüyen metrdiven yapıldı.
-Avlu üzerine güneşten ve yağmurdan korunmak için uzaktan kumandalı 36 kubbesi olan çatı kuruldu.
-Isıya dayanıklı mermerler döşendi. Çok yüksek kaliteli bir enerji istasyonu inşa edildi.Mescid’e 7 km. uzaklıkta havalandırma ve soğutma istasyonu kuruldu.
-4444 araba kapasiteli bir yer altı otoparkı yapıldı.
-Su, güç kaynağı, park, klima, ışıklandırma, park alanları ve tuvalet gibi hizmetler en kaliteli düzeye getirildi ( Bahattin Akyön, a.g.e. s.332 )
-Ravza-i Mutahhara= Cennet Bahçesi: Peygamber Efendimizin mübarek kabri ile minber arasında kalan kısma Ravza-i Mutahhara yani cennet bahçesi denir. Mescitte bu bölüm, yeşil halı döşenerek belli edilmiştir. Peygamber Efendimiz, bir hadislerinde: “Evim ile minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurmuştur. Ravza-i Mutahhara’nın güneyi, kitap rafları ile sınırlandırılmış olup; doğudan batıya 22 metre, kuzeyden güneye 15 metre olmak üzere yaklaşık 330 metrekare genişliğindedir. Burada hissedilen manevî huşû, huzur ve havayı anlatmak mümkün değildir.İlk dönemlerde sütun ve direkleri hurma gövdesinden olanRavza-i Mutahhara, Osmanlı Sultan’ı III. Selim döneminde damarsız beyaz mermerle kaplanmıştır. 16 adeti Ravza’da, 7 adeti selamlama yolunda, 2 adeti doğu, 3 adeti batıda, 5 adeti Hücre-i Saadette yer alan bu beyaz sütünlar ecdadımızın bu kutsal mekâna hürmet ve hizmetini göstermektedir. ( Bahattin Akyön, a.g.e..s. 366). Mescid-i Nebevî, Mescid-i Haram’dan sonra yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir.Ravza-i Mutahhara’da bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir ibadette bulunan kişi, yaptığı ibadetleri cennet bahçelerinden birinde yapmış gibidir. İmam Malik, “Bu bahçe, gerçek bir cennet bahçesidir ve ahirette cennete nakledilecektir…” demiştir. ( Semhûdî, Vefâ’ü’l vefa bi-Ahbâri dâri’il Mustafa, Beyrut 1422) Resulullah (s.a.s.) Efendimiz: “Benim bu Medine Mescidimde kılınan bir rekat namaz, Mescid-i Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekat namazından hayırlıdır…” buyurmuştur.
Resulullah Efendimiz, sağlığında olduğu gibi, vefatından sonra da Ravza-i mutahhara’dadır, yeri değişmemiştir; sağlığında ziyaret edenle, şimdi ziyaret edenin vardığı mekan aynıdır. Vefatından sonra Ravza’yı ziyeret eden, sağlığında ziyaret etmiş gibidir.
Ravza,ya edep ve saygı: Bu kutsal mekan edep ve saygı konusunda çok hassas olunması gereken bir yerdir: Burada, Peygamber Efendimizin sağlığında huzurunda nasıl davranılırsa şimdi de o şekilde davranmak gerekir: Ne tekim Resulullah Efendimiz (s.a.s.), bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “ Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatta iken ziyaret etmiş gibidir. Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur.” Resul-ü Kibriya’nın huzuruna edeple girilip edeple çıkılır; edep, huşû, saygı ve tevazu içinde; gözlerde yaş, gönüllerde aşk, sevgi, muhabbet ve saygı yüklü olarak; dillerde salâtü selam ile; üzerinde temiz ve güzel elbiselerle ziyaret edilir; yüzler, Peygamber Efendimizin (s.a.s) mübarek yüzüne karşı dönülür; yüksek sesle konuşulmaz, öfkeli bir üslupla konuşulmaz, laubali şekilde hareket edilmez, bir takım şeyler yiyip içilmez, başkalarının da Resulullah Efendimizin misafiri olduğu bilinci içinde davranıp onlara müdahale edilmez, tartışılmaz; ‘O’nun” huzurunda olunduğu bilinci içinde ve bu şekilde düşünüp tefekkür edilerek davranılır; kısaca edep dışı en küçük bir söz, tavır, davranış ve hareket yapılmaz; hatta aklından bile edep dışı bir düşünce geçirilmez.!
Bir gün, Hz. Aişe Validemiz, Peygamber Efendimizin vefatından sonra, evinde kaldığı sırada, tadilat sırasında Mescidden gelen çekiç sesleri nedeniyle dışarı çıkıp: “Resulullah’ı rahatsız ediyorsunuz !” dediği rivayet edilir. Ondan sonra Ravza’da yapılan temizlik araçlarının sessiz olanları tercih edilir.
İSLÂMDA AHLÂK ANLAYIŞI:
İslâm, çağlar üstü ve evrensel boyutta bir ahlâk anlayışına sahiptir. İslâm ahlâkı, Kur’ân ahlakıdır; Kur’ân-ı Kerim buyruklarına uygun yaşayıştır. İslâm ahlâkının en üst düzey örneğini Hz. Muhammed (s.a.s.) temsil eder. Kur’ân-ı Kerim, O’nun yüksek bir ahlâka sahip olduğunu bildirir. Hayatı boyunca doğruluğun, dürüstlüğün, sevgi ve şefkâtın timsali olmuştur. Henüz Peygamber olmadan önceki hayatında da toplumda “doğru ve emîn!” olarak tanınırdı.
İslâmın, diğer dinlerden en önemli farklarından birisi, asli günah öğretisiyle insanı doğuştan günahkâr kabul eden dinsel geleneklerden ayrılmasıdır: İslâma göre Allah insanı en güzel surette fıtrat üzere yaratmıştır; yani insanın doğasında saflık, temizlik ve masumiyet bulunmaktadır. İnsan; ilerleyen yaşamında iyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış, sevap ile günah, iyilik ile kötülük v.b. arasında seçimini yaparak kendi temayüllerinin, eğitiminin veya çevrenin etkisi ile iradesini şu veya bu yönde kullanacak, tercihlerine göre ahlaklı-iyi bir fert veya kötü-ahlâksız bir kişi olacaktır!
İslâmî inanışa göre bütün insanlar birbirine denktir, etnik aidiyete, cinsiyete, zenginliğe, fakirliğe, ırkına, rengine veya benzeri durumlarına göre kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur. İnsanların üstünlüğünü veya seçilmişliğini, yüksek ahlâkî değerleri, erdemleri ve takvası teşkil eder! Takva, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma konusunda gösterilen içtenliği ve bağlılığı ifade eder. İnsanlar arasındaki üstünlüğün ölçütü işte takva derecesidir!( Yaşayan Dünya Dinleri, s.70)
Güzel ahlâk, insanlığın erişebileceği bir hedef, bir gayedir. Bu gayeye vâsıl olamayanlar için insaniyeti ve islâmiyeti anlamak zordur.
İslâmiyet ahlâk ilkeleri üzerine dayalı bir dindir (Hacı Ahmet Kayhan, İrfan Okulunda Oku. s.244). Ar, haya, edep; terbiye, utanma duygusu İslâmın ruhudur! Kur’ân-ı Kerim, bize baştan başa ahlâktan, hayâdan, edepten bahseder; Resulullah (s.a.s) da “İslâm güzel ahlâktır !”(Kenzül-Ümmâl, 3/17,H.No:5225) ve “İçinizde, en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlâkı en güzel olanlarınızdır.(Tirmizi) buyurmuştur.
Hz. peygamber (s.a.s.), güzel ahlâkı, İslâmın bizâtihî kendisiyle özdeş saymış ve “ Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim! ” (Ahmet Bin Hanbel, 2/381) buyurmuştur. Esasen, bizzat Cenab-ı Hakk da, “Şüphesiz Sen yüce bir ahlâk üzeresin) (kalem, 68/4) buyurarak O’nun ahlâkını övmüş ve ayrıca, “Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.”(Ahzâb, 33/21) Ayeti ile Hz. Peygamber Efendimizin ahlâkını örnek almamızı istemiştir.
İslâmiyetin dayandığı ahlâk ilkelerini-düsturlarını birkaç grupta toplayabiliriz:
1- Birinci düstur, insanın her türlü tutum ve davranışında, iş ve işlemlerinde amacın Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Allah’ın rızasını kazanmak, insan için en son mertebedir, her şeyin üstündedir, her şeyden büyüktür. İnsanın, bir eğitim yeri olan bu dünyada bu saadete erişmesi gereklidir.
2- İkinci düstur, insanın niyeti iyi olmalı, halis olmalıdır. İnsan, ameli az da olsa niyetini yükseltmelidir, ulvîleştirmelidir. Niyeti halis olan kişiye, Yüce Rabbimiz, o işi yapmışcasına sevap ihsan eder. Ne tekim, Resulullah(s.a.s.) “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır!”( Enes bin Malik; Behakî) buyurmuştur.
3- Üçüncü düstur da, kendin için arzu ettiğini başkaları için de arzu etmen; kendin için arzu etmediğin şeyi başkaları için de arzu etmemendir.
İSLÂMDA AKLIN ÖNEMİ:
İnsanoğlunun, Yüce Yaratıcısına şükretmesi için akıllı olması gerekir. Aklı-bilinci-temyiz kudreti olmayan bir kişinin olan-bitenden haberi olmayacağı için Allah Tealâ’ya şükretme, sorumlu tutulma yeteneğinden de bahsedilemez. O halde dinimizin bizi kurtarabilmesi için aklımıza ihtiyaç vardır. Gözün görebilmesi için nasıl ışığa ihtiyacı varsa, ışık olmadan göz hiçbir şey göremez ise, dinin de, yarın Ruz-i Mahşerde bizi kurtarabilmesi için; daha doğrusu henüz dünyada iken kendi kendimizi kurtaracak salih ameller işleyebilmemiz için,. İslâmın esaslarını tam olarak yerine getirebilmemiz için akla ihtiyacımız vardır.
Akıl, akıllı insan, Dünyada iken çok pişmanlık duyan insandır: Çünkü akıllı insan; dünyada iken eksiklerini, noksanlarını, İslâmın esaslarına uygun olmayan davranışlarını bilir-görür, pişman olur, dolayısıyla hemen tövbe eder ve tutum ve davranışını derhal düzeltir. Akılsız insan, gâfil insan, sorumsuz insan bunu yapmaz ve maalesef “olduğu hali ile” uhrevî hayata intikal eder. Orada, helalinden-haramından yaptıkları-ettikleri, tutum ve davranışları, haramından-helalinden gördükleri-duydukları, haramından-helalinden yedikleri-içtikleri önüne serilince çok pişman olacaktır. Fakat, ne yazık ki, orada tövbe etme imkânı, kendini düzeltme imkânı yoktur! İşte bu sebepledir ki, insanoğlunun, henüz iş işten geçmeden, dünyada iken, tövbe edip hayatında yeni bir sayfa açması imkânı var iken, gecikmeden pişman olmasının tek kurtuluş yolu olduğu söylenir!
Cenab-ı Allah tüm sevdiklerimize bu bilinci versin, bu yolu açsın inşallah! Âmîn!
GÖRESİM GELİR
Muhabbet bahçesinde gönül eylerken,
Bülbül gibi şakıyıp ötesim gelir,
Allah ve Resûl’den şefaat dilerken,
Aşk ateşinde yanıp tütesim gelir!
Saadet hırkasını sırtıma alıp,
Gece gündüz Rabbimi anasım gelir,
Muhabbet kuşlarını özgürce salıp,
Mis kokan gül dalına konasım gelir!
Ol kutsal topraklara koşup giderek,
Hacer-i Esved’e yüz süresim gelir.
El açıp da huşûyla dua ederek,
Mevlâ’mın cemalini göresim gelir!
OYTAN’ım, manen Hak elini tutarak,
Himmet görüp dergâha uçasım gelir.
Bu köhne dünyayı bir pula satarak,
Ol âlemde gül gibi açasım gelir!